14 Ocak 2008 Pazartesi

YUNAN KARAGÖZÜ

Bizdekinin aksine Yunanistan’da bugün dahi bu sanat hayli rağbettedir.Gerek Atina’da gerek diğer şehirlerde mesleğinin ehli birçok Karagözcü bulunur ve bunlar mini mini tiyatrolarda ve bazen de halk kahvelerinde sanatlarını icra ederler.Fakat Karagöz, Yunanistan’a Türkiye’den gitmiştir.Bu Yunanlıların da bildiği ve itiraf ettiği bir hakikattir.Nitekim Caimi adlı bir Yunanlı müdekkikin 1935 de neşrettiği “Karagöz-Yahut hayal perdesinin ruhunda Yunan komedisi” adlı Fransızca eserde bu hususta gayet enteresan tafsilat vardır.Müellife göre Kalamata’lı bir Rum olan Vrahalis, 1860 da İstanbul’dan kalkıp Pire’ye gelmiş ve gümrük binasının karşısındaki kahvede ilk Karagöz perdesini kurmuştur.Bir müddet sonra da Atina’ya gidip sanatına devam etmiştir.Perdesini Yunanistan’da kuran Karagöz’ün bütün eşhası ve repertuarı, başlangıçta bizimkilerin aynı olduğu halde, çok geçmeden, Yunan sanatkarları hayal oyununu kendi cemiyetlerine intibak ettirmeye başlamışlardır.Böylece zamanla eski tasvirler değişmiş, tipler çoğalmış, repertuar zenginleşmiştir.Karagöz’le Hacıvat bile yalnız isimlerini muhafaza edebilmişler, fakat şekil-şemail, kılık-kıyafet ve bilhassa karakter bakımından bambaşka tipler olmuşlardır.Mesela Yunan hayal perdesinin Karagözü gaga burunlu,tüysüz ve kamburcadır.Hacıvat ise daima kılıktan kılığa girer.Bunlardan başka paşa,vezir,derbend ağası gibi birkaç Türk tipi daha kalmıştır.Şunu da hemen söyleyelim ki bu Türk tipleri arada bir sarakaya alınmalarına rağmen hiç de haysiyet kırıcı vaziyetlere sokulmazlar, bilakis Türk vezir ve paşalarının şahsında milletimize has kahramanlık, civanmertlik ve adalet ehemmiyetle belirtilir.Yunan Karagözcüleri bir asır içinde Karagözün teknik tarafını da bir hayli değiştirmişlerdir.Perdeyi genişletmişler,tasvirlerin boyunu bir metreye kadar çıkarmışlar,onları süratle ters-yüz edebilmek için değneklerin sokulduğu delikleri kenara almışlar, dekor ve aksesuara ehemmiyet vermişler ve böylece hayal perdesini sinema ile rekabet edebilecek mükemmeliyete getirmişlerdir.Asıl marifetleri, perdeye daima aktüaliteden alınma yeni tipler sokmaları, repertuarlarını günün icaplarına göre sık sık tazelemeleri, memleketin iç politikasını çok canlı bir şekilde hicvetmeleri olmuştur.Şu halde, bugün artık bir Yunan Karagözünden bahsetmek, asla boş bir iddia değildir.Gerçi kendilerinin de itiraf ettiği gibi, Karagöz Türkiye’den gelip bu memlekete yerleşmiştir, fakat bir asır içinde, Yunan sanatkarlarının bu oyunu kendi memleketlerine intibak ettirmeleri ve daima yenilik peşinde koşmaları sayesinde, Yunan Karagözü bizimkinden bambaşka bir istikamette gelişme imkanlarına kavuşmuş ve hayatiyatını muhafaza etmiştir.Karagöz ise bizim icadımızdır ve bugün elimizde bunun böyle olduğunu isbat eden çok eski vesikalar vardır.Bazıları ta 11. ve 12. asırlara kadar giden bu sağlam vesikalar elde bulundukça kimse Karagözün bizden tapusunu alamaz.Alamaz, ama bu oyunu kendine uydurmak ve geliştirmek de her milletin hakkıdır.Eğer biz cetlerimizin derin bir felsefe ve ince bir nükteye sardıkları bu güzel oyunu zamanla hor görüp bir kenara atmışsak, bunun vebali sadece bize aittir.O halde Yunanlılar Paris’teki Tiyatro Festivaline Karagözle gidiyorlar diye boş yere öfkelenmeyelim de, şöyle külahımızı önümüze koyup derin bir düşünceye dalalım.Belki böyle bir düşünce sonunda bizi delaletten kurtaracak bir çare keşfederiz.Kimbilir?

Hiç yorum yok: