14 Ocak 2008 Pazartesi

Karagöz oyun malzemeleri

Eskiden boyutları 2 m. ile 2,5 m. olarak değişen bir duvardan bir duvara ip ile gerdirilen Kâr-i kadim (eski usul) perde, taşınması ve kurulması zaman almayan bir özellik taşırdı. Basmadan yapılan ortasına aynası sabit dikilen bu perdenin örneklerine Ressam Muazzez’in eserlerinde rastlıyoruz.Şimdilerde ise Nev-i icad (yeni buluş) olarak isim verilen paravana şeklinde sahnenin yapıldığını görüyoruz. Karagöz'ün oynatıldığı beyaz perdeye "ayna" adı verilir. Patiskadan Ayna ismi verilen bezin ölçüleri 110 cm x 80 cm. olarak yapılıyor. Perdenin hemen arkasına Peş tahtası veya Destgah (bir nevi raf) ismi verilen parça eklenir. Bunun üzerine def, ışık kaynağı, zil, nareke (kamış düdük) vs. konulur. Elektrik ışığı olmadan çok önceleri ışık kaynağı olarak hayal perdesinde mum ışığı veya şem’a kullanılırdı. Şem’a çanak içerisine konulan beziryağı, zeytinyağı gibi maddeler içerisine sarkıtılan fitilin yakılmasıyla elde edilen ışığın adıdır. Alevin parlamaması için, yağı soğutmak amacıyla yağ içerisine zincir daldırılırdı.Oynatma çubukları gürgen ağacından yapılma boyları 50-60 cm. arasında değişir. Bu çubukların şekillerden çıkmaması için uçları ısıtılır veya mum kabına batırılır ya da hafif ıslatılırdı. Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altında kurulmuş "peş tahtası" vardır. Eskiden peş tahtası üstüne tasvirler, hayal ağacı, def, şem'a, oyun metni vb. konulurdu.
Karagöz oyununda tasvirlerin yanısıra tasvir sopaları, zil, def, nâreke (kamış düdük), perdeyi aydınlatan ışık kaynağı kullanılır.

Karagöz Oyun Tiplemeleri

1. Eksen kişiler: Karagöz, Hacıvat.2. Kadınlar: Bütün zenneler. 3. İstanbul ağzı konuşanlar: Çelebi, Tiryaki, Beberuhi. 4. Anadolu’dan gelen tipler: Laz, Kastamonulu, Rumelili, Egeli, Kayserili, Eğinli, Vanlı, Harputlu, Kürt.5. Anadolu dışından gelenler: Muhacir, Arnavut, Arap, Akarap, Acem, Çerkez. 6. Zımmi – Müslüman olmayan kişiler: Rum, Frenk, Ermeni, Yahudi. 7. Kusurlu ve ruhsal hastalar: Kekeme, Kambur, Hımhım, Kötürüm, Deli, Esrarkeş, Sağır, Aptal yada Denyo. 8. Kabadayılar ve sarhoşlar: Tuzsuz Deli Bekir, Efe, Arap Efe, Zeybek, Matiz, Sarhoş, Külhanbeyi, Kopuk. 9. Eğlendirici kişiler: Çengi, Köçek, Kantocu, Hokkabaz, Canbaz, Curcunabaz, Hayali, Çalgıcı. 10. Olağanüstü kişiler, yaratıklar: Büyücü, Cazular, Cinler, Şeytan, Zebani. 11. Geçici ikincil kişiler ve çocuklar. Karagöz oyununda trajik-komik sahnelerin büyük bir çoğunluğu çeşitli karakterlerin varlığı ile gerçekleşir. Bu karakterler mahallenin insanlarıdır. Oyunda sıra ile perdeye gelirler. Karakterlerin bir bölümü Anadolu’nun çeşitli yörelerinden İstanbul’a para kazanmak için gelen ve belli bir işi olan kişilerdir. Genellikle yöresel giysiler içinde kendi lehçeleri ile konuştukları için, onların bu farklılıkları “komik unsuru” yaratır.
A. Eksen kişiler : Karagöz: Oyuna adını veren esas tiptir. Tahsil görmemiş bir halk adamıdır, sokak dili ile konuşur. Hacıvat’la birlikte oyunun iki temel kişisinden biridir. Cahil cesareti diyebileceğimiz bir cesarete ve gözüpekliğe sahiptir. Bu yüzden tekin olmayan kişilerle başı sık sık derde girer. Sürekli Hacıvat’ın yardımını görür. Okumamış ama zeki ve hazırcevaptır. Öğrenim görmüş kimselerin yabancı sözcük ve dil kuralları ile alay eder. Devamlı olarak anladıklarını anlamaz görünür, kelimelere ters anlamlar yükler. Böylece toplum içindeki iki ayrı zümrenin dillerinin çatışması ortaya serilir. Hacıvat’la söylediklerini yanlış anlıyormuş gibi eğlenir. Sözlerine farklı ifadeler yükler. Genelde işsizdir, boş gezer. Hacıvat’ın bulduğu işlerde çalışır. Yerinde duramayan, herşeye burnunu sokan meraklı bir tiptir. Bunun sonucu başı dertten kurtulmaz. Herşeye burnunu sokan Karagöz sokağa inmediği zaman pencereden kafasını uzatır veya evin içinden seslenerek işe karışır. Özü sözü bir, düşüncesini söylemekten çekinmeyen patavatsız bir kişi olduğu için kendini hep zor durumların içinde bulur. Yine de işin içinden sıyrılmasını bilir. Değişik oyunlarda değişik kıyafetler içinde görülebilir. Kadın Karagöz, Gelin Karagöz, Eşek Karagöz, Çarpılmış Karagöz, Çıplak Karagöz, Süpürgeli Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Sandalcı Karagöz, Tulumlu Karagöz, Davullu Karagöz gibi çeşitleri vardır. Oyun içinde rol gereği kıyafet değiştirse de, oyun sonuna daima kırmızının hâkim olduğu bilindik görüntüsü ile çıkar.






Davulcu
Tulumlu
Defli
Süpürgeli
Gelin
Oyuncu






Sepet
Katip
Bozacı
Pehlivan
satıcı
Canavar
Hacıvat: Hacı İvaz, Hacı Ayvaz veya Bursalı Hacı Ivaz adları ile de anılır. Medrese eğitimi görmüş, Arapça ve Farsça kelimelerle, tamlamalarla konuşan, her konuda bilgi sahibi olan biridir. Karagöz’le sürekli bir didişme içindedir. Ders verir tavrı, bilgiçliğe döner. Bazen bu çok bilmiş tavırları başlarını derde sokar. Yine de çeşitli badireler onun sayesinde atlatılır. Kıyafetine yeşil renk hâkimdir. Karagöz gibi değişik tasvirleri vardır. Kadın Hacıvat, Keçi Hacıvat, Çıplak Hacıvat, Kâhya Hacıvat, Sandalcı Hacıvat. Aynı şekilde oyun içinde kıyafeti değisse bile oyun sonunda klasik yeşilin hakim olduğu kıyafeti ile görünür.
B. Zenneler : Çerkez halayık: Karagöz oyununda dedikoducu kadın tiplerinden biridir. Çingene: Karagöz ve Ortaoyunu’nda kötü kılıklı, esmer çingene kadın tipi. Genelde falcılık yapar, çiçek satar, kimi zamanda çalgıcılık yapar. Karagözün Karısı: Karagöz Hacıvat’la konuşurken daima içerden seslenen karısı genelde görünmez. Oyun başında Hacıvat’ın tegannisiyle, Karagöz’ün bağırması sonucu uyanan çocuğunu uyutmaya çalışır. Susamcı: Karagöz oyununda bir tiptir. Eski devirlerde hamamlarda susam helvası satan bir zenci kadındır. Karagöz oyunlarında kadınlar fettan, kocalarına dayak atabilen haklarını savunabilen tipler olarak karşımıza çıkarlar. Çeşitli oyunlarda Arap Bacı, Natır, Susamcı, ve genç kız olarak görülürler. Oynadıkları oyunlara göre Nigâr, Salkım İnci, Dimyat pirinci vb. isimler alırlar. C. İstanbul ağzı konuşanlar : Çelebi: Karagöz ve Ortaoyunu’nda genç erkeği oynayan, İstanbul ağzıyla konuşan bir tiptir. Eskiden okumuş, tahsil görmüş eğitimli kişiler için kullanılan Çelebi tâbiri, bey ve efendi kelimelerinin yerini tutardı. Eğlenceyi sever, sürekli âşıktır. Kibar ve mirasyedidir. Güzel konuşmayı ve gezmeyi sever. Kadınlara düşkünlüğü ile bilinir. Kıyafeti yıllar içinde zennelerle birlikte en çok değişiklik gösteren tiptir. Modayı yakından takip eder. Osmanlı yaşantısındaki toplumsal değişimleri en bariz gösteren Karagöz tipidir. Toplumsal değişimleri Çelebi kıyafetleri üzerinde görmek mümkündür. İlk zamanlar sarıklı, kaftanlı çelebilerden Tanzimat sonrası fesli, setreli, redingotlu, İstanbulinli çelebilere bir değişim gözlenir. Otel, han, hamam satın alıp bunların işletmeciliğini Hacıvat’a verir.Tiryaki: Mahallenin en yaşlı efendisidir. Yarı uykulu hali ile kahvede oturur, mahallenin alay konusudur. Uyuşturucu kullandığı için davranışlarını kontrol edemez, sürekli uyku halindedir. Konuşması Hacivatı andırır. Sabırsız ve sinirli bir kişiliğe sahiptir. Bazen de çocuk gibi davranır. Beberuhi: Karagöz oyununda kötü huylu cüce tipi. Saray soytarıları gibi vücudu gelişmemiş, aklı kıttır. Çabuk ve duraksamadan konuşur. Başkalarını, özellikle Karagöz’ü kızdırmaktan hoşlanır. Yılışık, sulu, alaycı, herkesle dalga geçen densiz bir tiptir. Oradan oraya laf taşıyarak herkesi birbirine düşürür. Etrafa kulak asmaz, devamlı olarak söz söyler, boyu kadar uzun bir külahı ve kimi kez de külahın ucunda feneri vardır. Karagöz argosunda “Pişbop” denildiği gibi “Altı karış Beberuhi” de denir. D. Anadolu’dan gelen tipler : Baba Himmet: Karagöz oyununda omuzunda baltasıyla gezen Kastamonu’lu bir tiptir. Genelde odunculuk yapar. Çok iri yarı, kolayca aldatılabilen, saf bir kişidir. Yumuşak huylu ve iyi yüreklidir. Ancak kızdığında gözü kimseyi görmez. Diğer tasvirlere göre uzun ve büyük yapılır. Perdenin en uzun tipidir ancak dev gibi cüssesine rağmen yumuşak ve uysal bir tiptir. Karagöz onunla konuşmak için Himmet’in üzerine merdiven dayayıp çıkar. Anadolu Manav ağzıyla konuşur. Manav yerleşik Türklere verilen isimdir. Bir diğer adı Türk’tür. Konuşması kabadır bu da oyunda komik unsur olarak kullanılır.
Bolulu: Karagöz ile Ortaoyunu’nda sık görülen bir oyun tipidir. Yöresel Bolu ağzı konuşmasına rağmen İstanbullu davranış biçimleri gösterir, genellikle aşçıdır. Efe: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Batı Anadoludaki zeybeklere, köy yiğitlerine denir. Zeybek oynaması en büyük özelliğidir. Harputlu: Karagöz oyunu tiplerindendir. Çoğunlukla mahalle bekçisidir. Sözlerine birtakım Kürtçe sözcükler karıştırır. Bön ama kibirlidir. Kayserili: Karagöz oyunu tiplerindendir. Yerli ağızla konuşur ama İstanbul törelerini benimsemiş pastırmacı tipi. Kürt: Karagöz tiplerindendir. Oyunlarda Bekçi olur. Güneydoğu Anadolu’ludur.
Laz: Karagöz oyununda kayıkçılık ve kalaycılık yapan tip. Temel, İdris gibi isimler alır. Karadeniz’in çeşitli yörelerine ait dialektler kullanır. Çok süratli konuşup karşısındakine söz vermez. Ağzı kalabalık, geveze bir tiptir. Yöre insanının aceleci, hareketli yapısını yansıtır. Çabuk sinirlenir, çabuk yatışır. Yerinde duramayan sustuğu zaman heykel gibi duran, konuştuğu zaman makine gibi konuşan karşısındakini dinlemeyen bir tiptir.
Rumelili: Karagöz oyununda ezik bir göçmen ağzıyla tane tane konuşan Rumeli tipi, Mestan ağa. Çoğu kez pehlivan, kimi kez de arabacı olur. Durmadan köyünden bıktığını söyler. Pehlivanlıktan dem vurur. Ama koftur. Kendinden zayıfına bile yenilir. Korkak değilse de yılgındır. E. Anadolu dışındandan gelen tipler : Acem: Karagöz ve Ortaoyunu’nda görülen Azerbaycan’dan ya da İran’dan gelen Azeri kökenli Türktür. Zengin bir halı tüccarıdır, ticaretle uğraşır. Çoğu kez halı tüccarı olması yanısıra tömbekici, antikacı ya da ara sıra tefecidir. Eliaçık, gönlü yüce, ancak atıp tutan bir kişidir. Abartma huyu çok belirgindir, inatçıdır, nispet yapar. Karagöz’ün karşısında yüksekten atar. Karagöz ise bu kişinin sözlerini kaba nüktelerle karşılar. Eğlence düşkünü olduğu kadar kendine dalkavukluk edenden hoşlanır. Şiire düşkündür. Farsça beyitler okumaya bayılır. Karagöz ise Türkçe maniler okuyarak oyuna komik unsurlar katar. Arnavut: Karagöz ve Ortaoyunu tipidir. Dürüst, mert ama bilgisiz ve kabadır. Çabuk kızar, ataktır, onun için adam öldürmek çok kolaydır. Kabadayılığı vardır, ama sıkıya gelince kaçar. İyi davranılınca uyumludur. İmparatorluk coğrafyasında kavgacı ve silahşörlükleri ile tanınır. Kendine has bir şivesi, Arnavut ağzı vardır. Lâf anlatması zordur, okuma yazmayı, sayı saymayı bilmez. Oyunlarda ciğercilik, bahçıvanlık, bostancılık, bozacılık, koruculuk vb. işlerle uğraşır. Çoğu zaman Bayram adını kullanır. Arap: Karagöz oyunu tipidir. Hacı fitil veya hacı fış fış, Hacı kandil diye anılır. Afrika’dan köle olarak getirilmiş Zenci insanlardır. Önceleri sarayda çalışmış, sonraları özgürlüklerini elde ederek toplum içine karışmışlardır. Seyyahtır, şekerci ve baklavacılık yapar. Genelde dilenci olduğu görülür. Akarap: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Teni beyaz olan Arap demektir. Mısır, Suriye, Irak gibi ülkelerin vatandaşları için kullanılır. Fellah diye de bilinir. Oyunlarda kahve döğücülüğü, kestane fıstık, baklava satıcılığı, devecilik gibi uğraşları vardır. Muhacır: Karagöz oyununda bir tiptir. Balkan göçmeni manasına gelir. Balkanlarda yaşayanlara Rumelili ya da anavatana göç ettiklerinde Muhacır denirdi. F. Zımmi – Müslüman olmayan tipler : Ayvaz Serkis: Karagöz oyunundaki Ermeni tipi sonradan bir Ermeni adı olan Karabet diye adlandırılmıştır.Vekilharç-Kâhya olarak zengin konaklarında çalışır. Vanlı bir Ermeni olan Serkis konağın alışverişini yapar. Sadakâti ve dürüstlüğüyle bilinir. Barba Yorgos: Karagöz oyununda yarı Ulahça, yarı Rumca konuşan bir Rumeli çobanıdır. Denizin adını bile bilmeyen cahil biridir. Gemileri birer büyük kayık sanır. Baba Himmet’e benzer. Yunan Karagözünde de kullanılan bir tiptir. Frenk: Karagöz tiplerindendir. Avrupalılık taslayan doğulu bir Hristiyandır. Karagöz oyununda bu genellikle Rum’dur. Doktor olur. Levanten tipidir. Yahudi: Karagöz oyunu tiplerindendir. İstanbul’lu azınlıklardan, cimri bir tiptir. Kâh eskici, kâh bezirgândır. Ticari zekası çok gelişmiştir. Karagöze iş gördürür, para vermez. G. Kusurlu ve ruhsal hasta tipler : Hımhım: Karagöz oyunu tiplerindendir, genizden konuşur. Kusurlu kişiler sınıfına girer. Artık oyunlarda pek kullanılmayan bir tiptir. Kambur: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Beberuhiyi andırır, sırtında kamburu vardır.Kekeme: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Kekeleyerek konuşur. İnsanların kusurları ile alay etmek hoş olmayacağı için artık bu tipler perdeye getirilmiyor.H. Kabadayılar ve sarhoşlar : Aydınlı: Karagöz oyununda kabadayı ya da efe tipi. Kabadayılar grubuna girer. Tek başına mahallenin düzenini sağlar. Perdedeki tiplere göre boyu uzun olan Aydınlı, “Efe” olarak da anılır ve perdeye gelir. Bazı oyunlarda Tuzsuz Deli Bekir’in yerini alır. Efe: Haksızlığa uğramış kişileri koruyan, çapraşık işleri düzene koyar suçluları tir tir titreten ve küçük birer nasihatla salıveren bir tiptir. Olay köçek oyunu ile tatlıya bağlanır Efe herkesi tanır. Gazi Boşnak: Karagöz oyununda zorba bir yeniçeri ya da levent tipi. Külhanbey: Karagöz tiplerinden biridir. Matiz ve Tuzsuz Deli Bekir’den sonra gelir. İkinci Abdülhamit devrinde Karagöz tipleri arasına girmiş olan Külhanbey sarhoş değildir. Tekbıyık: Tuzsuz Deli Bekir gibi kabadayılar grubundandır. Tuzsuz Deli Bekir: Mahallenin belalısıdır bazılarına göre yiğit bir delikanlıdır. Oyunda son anlarda çıkar onun gelmesi ile düğüm çözülür. Suçluları cezalandıran, mahallede düzeni kuran odur. Adaleti kendi bilek gücü ile sağlar, suçlulara moral dersi vermez çoğunlukla onları bağışlar. Mahallede ona karşı çıkabilen tek kişi Karagöz’dür. I. Eğlendirici tipler :Canbaz: Sözlük anlamında canı ile oynayan demektir. İp üzerinde yürüyenlere ve yüksek dikili taşlara tırmananlara bu ad verilmiştir. İp canbazlarının özel adı Rismanbazdır. Curcunabaz: Curcuna içinde dans eden ve gösteriler yapan sivri külâhlı, bazan yüzleri maskeli oyuncular. Çengi: Çeng adı verilen çalgıyla danseden kadın danssçıdır. İsmini Çeng’den almıştır. Daha sonra sadece işin raks yönü kalmıştır. Karagöz oyunu sonunda çengi oynamak neredeyse yerleşmiş bir gelenektir. Çengiler oyun sonunda perdeye gelip raks ederler. Hokkabaz: Gözbağcılık ve elçabukluğu gösteren tip. Kantocu: Karagöz oyununda ilgi çekmek için sonradan eklenmiş kanto söyleyen tip.Köçek: Karagöz oyunlarını çengi ya da köçekle bitirmek adettendir. Yeni eklenen tiplerle Kafkas, Karadeniz oyunları, balerinlerle bale yapılır. Oyun sonu dans ve müzik gösterisi ile bitirilir. Maskara: Karagöz oyununda soytarı tipi. J. Olağanüstü kişiler,yaratıklar : Büyücü: Karagöz oyunu tiplerinden olup eski zamanlardan kalma büyü yapan kişidir. Bu tip genelde kadındır. Cadı: Karagöz oyun kişisidir. Cazu adıyla da bilinir. Doğaüstü güçleri vardır. İnsanı çeşitli kılıklara sokabilir. Uçma yetisine sahip olan Cazular, küple ya da bir ejderin üzerinde ellerinde yılandan kamçılarıyla, uçarak özel efektlerle perdeye gelirler. Canavar: Doğaüstü garip bir yaratıktır. Gölge oyunumuzda kötülüğün simgesidir.Cin: Karagöz oyununda doğadışı bir tasvir. Ortaçağ Avrupa tiyatrosundaki şeytanın karşılığıdır. Göğsünde, karnında, kasıklarında ve dizkapaklarında canavar başları vardır. Göze görünmediğine ya da istediği zaman göründüğüne inanılan hayal tipi. Cumhuriyet öncesi Karagöz oyunlarında daha çok kullanılmıştır. Cinler, Cadılar: Çifte Cazular, Ferhatla Şirin, Kanlı Kavak gibi oyunlarda tabiat üstü varlıklara rastlanır. Perdeye Karagöz’ü çarpmak ve cezalandırmak için gelirler. Büyücüler küplere,ejderlere binerler ellerinde yılandan kamçıları vardır. K. Geçici ikincil kişiler ve çocuklar : Geveze: Karagöz oyunu tiplerindendir. Bu tip ağzına geleni söylediği gibi, pot kırar, çam devirir. Çok konuşur, münasebetsiz bir tiptir. Muslu: Karagöz oyunu tipidir. Kanlı Kavak oyununda Âşık Hasan’ın oğlu.Natır: Karagöz oyununda bir tiptir. Kadınlar hamamında çalışan hizmetlilerin başı olan kadındır. Erkekler hamamındaki tellağın karşılığıdır.Rasgele: Karagöz oyununda bir tiptir. Söylediği her kelimeye “rasgele” ilave ederek konuşması en büyük özelliğidir. Sekban: Karagöz oyunu tiplerinden biridir. Yeniçeri Ocağına mensup eski devir askerlerindendir. Tatar: Karagöz oyunu tipidir. Perdeye lehçe taklidi yapmak için çıkar.

GÖLGE OYUNLARININ VE KARAGÖZÜN DOĞUŞU

Hayal oyunlarının menşei Hint’e, Ortaasya’ya, Çin’e ve Japonya’ya kadar dayanmaktadır. Milattan sonra dördüncü yüzyılda Cava’lılar daha sonraları da Moğol Türkleri tarafından bu oyunların oynatıldığı kesinleşmiştir. Hayal oyunu Türklerin Ortaasya’dan göçleriyle beraber her gittikleri yere yayılmıştır. 11. yüzyılda Anadolu’ya ayak basan Türkler, aynı yüzyılda Mısır’a da hayal oyununu götürmüşlerdir. Karagöz ve Hacıvat’ın başlarındaki serpuşların Kırgız ve Başkurt başlıklarına benzediği Dr. Jakop tarafından tespit olunmuştur. Bazı Selçuk namelerde Selçuk saraylarında hayal oynatıldığına ait kayıtlara rastlanmaktadır. Şeyh Attar’ın Üstürname adlı yazmasında Cengiz Han’ın oğullarından Oktay Han’ın huzurunda bir Türk’ün hayal oynattığını kaydetmesi, bu oyunu Türklerin İran yoluyla Anadolu’ya da getirdiklerini ispat edecek durumdadır. 15. yüzyılda Bursa ve İstanbul’da hayal oynatıldığına dair pek çok eser mevcuttur. Daha sonra 16. ve 17. asırda hayal oyunu Karagöz adıyla memleketimizde yayılmış, aynı zamanda Yunanistan, Yugoslavya, İtalya yoluyla İskandinavya yarımadasına kadar geçmiştir. Karagöz’ün tesirleri halen Yunanistan, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya’da da yaşamaktadır.Gölge oyunlarının doğuşu hakkında bir çok görüş mevcuttur. Çin’de doğuşu hakkında şu neticeye varılmıştır. Camın henüz keşfedilmediği zamanlarda Çin’de pencerelere kağıt yapıştırılırmış. Işık yakıldığı zaman, içeride dolaşanların gölgeleri pencereye aksettiği için görülen hareketler hayal oyununun bulunmasına müncer olmuştur. Grube’nin bir eserine yazdığı takdim yazısında, Lavfer bu hususu ispat etmiştir.İkinci görüşe istinaden Dr. Jakop, Çin gölgeleri, yani hayal ilk defa milattan evvel 121 tarihinde Vu adındaki Çin imparatoru zamanında ortaya çıkmıştır. İmparator Vu’ya ölen eşinin hasretini gidermek için bir oyuncu, bir perde arkasında onun hayalini göstermiştir demekte ve bu görüşü desteklemektedir."Türkiye’deki Karagöz oynatanların (Hâyalilerin) rivayetine göre, hayal oyunu 14. asırda Şuştar (veya Küşter) şehrinden (İran'dan) Bursa’ya muhaceret eden Şeyh Muhammed Küştâri tarafından icat edilmiştir.Bursa Ulu caminin inşaasında çalışan iki işçi meşhur Hacivat ile Karagözün nükteli sohbetleri ile diğer işçileri işten alıkoydukları için, Sultan Orhan’ın gazabına uğramış ve Sultanın emriyle öldürülmüşlerdir. Şeyh Küştâri, az bir müddet sonra pişman olan Sultanı, ikisini de tasvir halinde perdede diriltmek suretiyle teselliye çalışmış. Şeyh Küştâri hakiki yaşamış bir zattır. Bursa’da medfundur. Hayal oyunlarının cereyan ettiği meydan (perde) Şeyh Küşteri Meydanı diye anılır. Ve bir çok perde gazellerinde şeyhin ismi oyunun mucidi olarak geçer".İkinci rivayet ise Evliya Çelebi’ye dayanmaktadır.Selim Nüzhet Gerçek, Evliya Çelebi’den şu iktibası yapmaktadır; Karagöz İstanbul tekfuru Kostantin’in saisi idi. Edirne kurbündeki Kırkkiliseden bir miri sahip kelam, ayyarı cihan kıptî idi.Adına Sofyozlu Karagöz Balî Çelebi derlerdi, Tekfur Konstantin yılda bir kere Alaaddin Seçuki’ye gönderdikte Hacivat ile Karagöz’ün birbiri ile mubahase ve mücadelelerini o zamanın pehlivanları hayalî zıll’a koyup oynatırlardı. Hacıvat ki Bursalı Hacı İvaz’dır.Selçukiler zamanında Yorkça Halil ismi ile müsemma peyki resulullah idi.Efeoğulları namı ile ecdatları şöhret bulmuştu.Şimdiye kadar Karagöz hakkında yazılan eserlerde söylenebilen, özet olarak yukarıdaki esaslara dayanmaktadır. Şurası muhakkaktır ki, gölge oyunları Çin ve Ortaasya’dan Türkler vasıtası ile önce yakındoğu ya ,daha sonra da Mısır’a ve Balkanlara getirilmiştir.Ritter’in de dediği gibi Karagöz ve Hacıvat hayal perdesine Anadolu’da girmiştir.Anadolu ve Türk tiplerinin en popüler şekilde temsilcisi olan Karagöz ve Hacıvat iki ayrı şahsiyeti temsil eder. Karagöz, pervasız, sade, açık kalpli olan halkın temsilcisidir. Hacıvat tahsil görmüş, merasim ve teşrifata tabii, dalkavuk ruhlu, işinin çıkarına bakan bir tiptir. Bunlardan başka Türk mahallesinin kadın, erkek birçok tipleri bütün özellikleriyle bu perdede temsil edilir. Karagöz oyunu, tek bir sanatkar tarafından bu tiplerin her biri sahneye getirildikçe onların konuşma, şive ve huy taklitleri yapılarak nükteli sözler sarf edilerek, arada aynı zamanda bir vaka yürütülerek oynatılır.Karagöz’ün birde tasavvuf tarafı vardır. Hayal oyunları Osmanlılar zamanında zıll-î hayal adı altında oynatılmış, daha sonra halk arasında Karagöz oyunu haline inkilâp etmiştir. Mutasavvuflarca bütün yaşayanlar ve eşya birer gölgedir, tanrının kudretli eli onları idare eder.Hepsi gelip geçicidir. Bu hususa perde gazelleri de daima temas etmiştir.Türk gölge oyununun Karagöz’ü ve Hacıvat’ı tamamen Türk’tür. Esasen ne Evliya Çelebinin ne de başka iddialarda bulunanların aksini ispat etmeleri bu güne kadar mümkün olmamıştır. Bu yerli, tipler Ortaasyadan gölge oyunlarıyla birlikte gelen Türkler tarafından Osmanlı devletinin kurulması sırasında doğmuştur.Halk, hiçbir şeyden çekinmeyen, gözü kara, cesur ve gözünü budaktan sakınmayan halk temsilcisine Kara göz(lü), okur yazar, Arapça ve Farsça’ya vâkıf olana da Hacıvat (Hacı Evhat) adını vermiştir.Karagöz oyunlarını oynatanlar her ne kadar dine bağlılıklarını izhar etmişlerse de Müslümanların çalgı çalması ve oyun oynatması günah sayıldığından, bu oyun daha ziyade Çingenelere oynattırılmış, onlar da oyunların arasında ve başında bazı Çingenece sözler sarf etmişlerdir.Bu husus, Karagöz’ün Çingene olduğunu değil, bilakis Türklüğünü teyit eder mahiyettedir.

Karagöz Hacivat Gölge Oyunu Tarihi

Bir başka söylentiye göre, gölge oyunu Hint'ten çıkmış, IV., V. yüzyıllarda Cava'ya geçmiştir; Cava'da Wayang adı verilen ve gerek şekilleri, gerek konuları bugüne değin korunan bu oyunlarda Hint efsanelerinin etkisi açıkça görülmekte imiş. Yapılan incelemelerden öğrendiğimize göre, Cava edebiyatında, evren, bir Wayang sahnesine, insanlar ve doğa da Wayang tasvirlerine benzetilmiştir. İslâm dünyasında, bu oyuna hayâl el-zıll (hayâl-i zıll) (= gölge hayali), zıll-el-hayâl (zill-i hayâl) (= hayal gölgesi), hayâl es-sitâre (= perde hayali) v.b. adları verilmiştir. XI. yüzyıldan bu yana, İbni Hazm (994-1064?), İmam Gazalî (1058-1111), İslâm felsefesinin temel ilkelerinden biri olan bu dünya görüşünün kaynağı, Eflâtun'un ünlü «mağara» benzetmesine dayanmaktadır. Karagöz perdesinin bir «ibret perdesi» olduğu inancı, bu oyunun Türkiye'de gerçekçi ve toplumsal bir nitelik kazandığı devirlerde dahi sürüp gitmiş; oyun başlarken okunan «perde gazeli», tasavvuftan gelme mistik havayı korumuştur. XII. yüzyılın ikinci yarısında Selâhaddin-i Eyyubî (hük. 1175-1193)'nin sarayında hayal oynatıldığı Guzûlî (? - 1412) nin M e-tâli-el-Büdûr fi Menâzü-el-Sürûr adlı eserinden öğreniliyor. Muhyiddin-i Arabî, Fütûhât el-Mekkiyye (yazılışı: 1203) adlı eserinde tasavvuf inançlarını anlatırken, hayâl el-sitâre diye andığı gölge oyununu örnek diye ele alır ve: «İlkin perdeye Vassâf (= anlatıcı) denen kişi çıkar, Tanrının ululuğunu saygı ile anar; sonra, kendisinin ardından perdeye gelen türlü türlü suretlerle konuşur» der ki; bu sözlerden, hayal oyununun o tarihlerde nasıl oynatıldığı aşağı yukarı anlaşılmaktadır. Musullu yazar İbni Danyal (? - 1310), Mısır'da Memlûk hükümdarı Baybars (hük. 1260-1277) devrinde yazdığı Tayf el-Hayâl adlı oyun kitabının önsözünde, hayâl el-zıll denen gölge oyununun o tarihlerde Mısır'da pek çok oynandığını, aynı şeylerin tekrarlanmasının seyirciye bıkkınlık verdiğini, yeni şeyler arayan usta bir hayal oyuncusunun isteği üzerine bu kitabı yazdığını, eserinin eski oyunlara üstün olduğunu bildirmiştir."» Gölge oyununun Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin olarak belli değildir. Bu konuda ilkin Georg Jacob tarafından ileriye sürülen bir görüşe göre, gölge oyunu Çinlilerden Moğollara, Moğollardan Türklere geçmiştir; Orta Asya Türkleri arasında kullanılan kaburcak, kavurcak, kağurcuk terimleri «gölge oyunu» anlamına gelmektedir: Daha sonraki incelemelerde de, Türkistan'da kullanılan koğurcak, kavurcak, kaburcak, kolkurçak, çadır-hayal, hayme-şebbâzi sözcüklerinin «gölge oyunu» anlamım taşıdığı —çeşitli kaynaklara dayanılarak— açıklanmış, «Anadolu Türkleri arasında yayılan hayal oyununun, Türk akınlarının istikametini takip ederek şarktan garba geldiği» varsayımı ileriye sürülmüştür. Son yıllarda yapılan incelemelerden öğrendiğimize göre hayal sözcüğünün «gölge oyunu» anlamına alınması, söz konusu varsayımın bir yanılgı üzerine kurulduğunu ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki: eski metinlerdeki hayal sözcüğü «mücessem şekil» anlamına gelmekte, ve genel olarak hem «kukla oyunu», hem de «gölge oyunu» kavramlarını içine almakta; gölge oyunları içinse, ayrıca, zıll-i hayâl (= hayalin gölgesi) ya da hayâl-i zıl terimi kullanılmaktadır.Muhyiddin-i Arabî (1165-1240), İbnülfâriz (1182-1235) v.b. gibi kelâmcı ve tasavvufçuların eserlerinde hayal sahnesi evrene, insanlar ve bütün varlıklar, perdedeki geçici hayallere benzetilmiş; oyundaki hayaller nasıl perde arkasındaki bir sanatçı tarafından oynatılıyorsa, evrendeki varlıkları da görünmeyen bir yaratıcının hareket ettirdiği anlatılmıştır. Hayal sözcüğünün «gölge oyunu» anlamına kullanılması çok sonradır. Türkistan'daki çadır-hayal, İran'daki hayme-şebbâzî oyunlarının bir «gölge oyunu» değil, «ipli kukla oyunu» olduğu bu incelemelerle ortaya konmuştur. Bu konuda sözü edilen kurçak, koğurçak, kavurçak, kaburcak v.b. sözcükleri «bebek, kukla» anlamlarına gelmektedir. Kolkurçak (kol-kurçak) da «el kuklası» demektir. Metin And, Leningrad Etnografya Müzesi'nde korunmakta olan kol-kurçak ve çadır-hayal'in türlü örneklerini 1962 Martı'nda Rusya'ya yaptığı gezide incelemiş, bunların «el kuklası» ve «ipli kukla» olduklarını görmüştür.) Kukla oyunları da perde arkasında gizlenen bir sanatçı tarafından oynatıldığı için, kanıt diye ileri sürülen yazılardaki «perde» sözcüğü de, anlatılan oyunun gölge oyunu olduğuna kesin işaret sayılamaz. Sözgelimi, tarihçi Cüveynî (? - 1283) nin eserinde," Çin'den gelen sanatçıların Moğol imparatoru Oktay (hük. 1227-1241)'ın önünde oynattıkları oyun anlatılırken, «kendi memleketlerinin... acaip oyunlarını perdeden dışarı getirdiler» denmektedir ki, «perdeden dışarı getirmek» sözü, bunun bir kukla oyunu olduğunu düşündürmektedir; Fars şairi Attar'ın Üştür-nâme adlı eserinde raslanan bir parçada «Usta bir perde oyuncusu vardı, bilgin bir kişiydi, aslı da Türk'tü; nakkaşlıkta benzeri yoktu, her nereye gitse orada iş bulurdu; şaşılası renklerle süslü suretler yapar, daima kendi kendine oynatır dururdu; yaptığı her suret zamanla bozulur, o da bir başkasını ortaya çıkarırdı; bütün suretler rengârenk nakışlı idi, her birini başka bir tarzda yapardı; oyun için yedi perde kurmuştu, hepsi rengârenk, nakışlı, boyalı idi.» denmektedir; oyuncunun beyaz bir perde değil de, «renkli ve nakışlı yedi perde kurmuş» olması, söz konusu oyunun da kukla oyunu olması gerektiğini akla getirmektedir. Karagöz oyununun kaynağı konusunda kimi Batılı yazarların ileriye sürdükleri bir görüş de, karagöz'ün Bizans aracılığıyle eski Yunan ve Roma mimus oyunlarına bağlanmasıdır. Bu yazarlara göre, Türkler İstanbul'u alınca, Bizans mimus'u dilini, yenenlerin diline uydurmak zorunda kalmıştır, bu bakımdan, karagöz, Bizans mimus'unun ardılıdır; Türkler Bizanslıların başı kel, karnı şişkin mimus'unu Pişekâr'la Hacivat, eli şakşaklı Maccus'unu da Kavuklu ile Karagöz yapmışlardır; karagöz'ün de, mimus'un da temeli taklide dayanmaktadır; bu oyunlar, İstanbul'daki çeşitli ulusları ve bu ulusların tuhaf tuhaf konuşmalarını taklit ederler; ikisinde de meyhaneci, tacir, dilenci, Yahudi, Ermeni, Arap v.b. tipleri bulunur; her iki oyunda da phallus( yun. phallos: erkeklik uzvu) vardır; her ikisinde de danslar, şarkılar, açık saçık cinaslar, kaba deyişler, tokat atmalar, itişip kakışmalar ve siyasal taşlamalar vardır; konular arasında da benzerlikler görülür v.b... (Bu yazarlar, bir sahne oyunu olan mimus'un perdeye nasıl çıktığını açıklamamışlardır). Türk incelemeciler, karagöz'ün mimus'tan çıktığı görüşüne katılmamaktadırlar. Bununla birlikte, Metin And, söz konusu yakınlıkları göz önünde bulundurarak, «kanıtların yetersizliği karşısında etkileşme yerine benzeşmelere değinmek daha sakıntılı olur» demiş, bu benzeşmeleri 7 maddede toplamıştır.Ayrıca, karagöz'le mimus arasındaki benzerlikleri inceleyen Alman bilgini Reich'ın eserini özetledikten sonra da şöyle demiştir: «Reich'ın açtığı bu çalışma alanı bir incelemeci beklemektedir. Mimus'u en az Reich kadar tanıyan bir incelemeci bugün elimizde geniş sayıda bulunan karagöz metinleriyle ya Reich'ın görüşlerini doğrulayacak, ya da onları çürütecektir.» İranlıların kukla kişisi «Keçel Pehlevan» ile Karagöz arasında, başlarının kel oluşu bakımından benzerlik kuran incelemeciler de vardır. Hacivat Karagöz Oyunu Bölümleri :Karagöz oyunu, başlıca 4 bölüme ayrılır: Giriş, Muhavere, Fasıl, Bitiş. Oyun başlamadan önce perdeye bir göstermelik (ya da gösterme) yerleştirilir. (Göstermelik, çiçek dolu saksı, ağaç, fıskiyeli havuz, kalyon, zümrüdanka v.b. gibi süslerdir). Göstermelik, «nâreke» denen kamış bir düdükten çıkarılan zırıltılı bir sesle perdeden kaldırıldıktan sonra, oyunun «Giriş» bölümü başlar. Giriş (= Prolog): Hacivat bir semaî söyliyerek perdeye gelir; semaîyi bitirince, Hay Hak! diye seslendikten sonra bir «perde gazeli» okur. (Perde gazeli, dünyanın geçiciliği, bu dış görüntülere aldanmayıp onun arkasındaki gerçeği görmek gerektiği yolundaki tasavvuf görüşünü anlatan bir şiirdir). Perde gazeli'nden sonra Tanrıya ve zamanın padişahına dua eder, yere kapanıp secde eder; kalkınca da: Her hali lâtif, etvârı zarif bir yâr-i vefakâr olsa, oldukça Arabi ve Farisî bilse, biraz da fenn-i musiki ve şiirden anlasa, o söylese bendeniz dinlesem, bendeniz söylesem o dinlese, huzzâr-ı kiram safâ-yâb olsa!... Diyelim, bu gece de işimizi Mevlâm rasgetire!... Yâr, bana bir eğlence! Yâr, bana bir eğlence!... diye seslenir, Karagöz, perdenin seyirciye göre sağ üst köşesinden atlar, Hacivat'la kavga eder, Hacivat kaçar, perdede yalnız kalan Karagöz onun gürültü patırtı etmesinden yakınır. Karagöz'ün öfkesi geçince, Hacivat yine gelir, ikisi arasında «muhavere» başlar. Muhavere (= Diyalog): Karagöz'le Hacivat arasında geçen «Muhavere» bölümü, asıl oyunun konusuyla ilgili değildir. Bu bölüm, okumuş bir kişi olan Hacivat'ın sözlerini okumamış bir halk adamı olan Karagöz'ün yanlış anlaması, ya da yanlış anlar görünmesi (böylece türlü cinaslar, nükteler yapması) ile sürüp giderOsmanlı Gölge Oyunu Tekniği :Karagöz, 1 x 1.20 boyutunda, gerilmiş beyaz bir perde gerisinde oynatılır. Çoklukla mermerşahiden yapılan karagöz perdesi, karagözcüler arasında «ayna» diye anılır. Perde, pamuk ipliğinden yapılmış üç dört parmak enliliğinde bir fitilin zeytinyağı doldurulmuş bir kab içinde yakılmasıyle meydana getirilen meşaleler ya da kalın «şem'a» (= mum)larla arkadan aydınlatılırdı. Sonraları havagazı ve elektrik lambaları kullanılmaya başlanmıştır. Perdede oynatılan şekillere «tasvir» adı verilir. Tasvirler, ortalama, 35-40 santim boyundadır. Tasvir kesmek ayrı bir sanattır. Tasvirler, genellikle deve derisinden yapılır. Dana, sığır, at, eşek derisinden yapılmış tasvirler de vardır. Deri, özel bir yöntemle saydam hale getirildikten sonra «nevrekân» denen keskin uçlu bir bıçakla kesilerek ortaya çıkarılan bu tasvirler kök boya ile boyanır. Saydam oldukları için, arkadan vuran ışığı geçirir ve renkleri belli ederler. Bunlar, özel olarak açılmış deliklere geçirilen değneklerle oynatılır. Oyun sırasında hayalciye yardım eden kişiye «yardak» denir.Karagöz, bir «gölge oyunu» dur. Bu oyun, deriden kesilmiş birtakım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya v.b.), arkadan ışık verilerek beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanır. Doğu ülkelerine özgü bir sanat olduğu anlaşılan «gölge oyunu»nun ilkin Çin'den çıktığı söylentisi vardır. Bu Çin söylentisine göre, imparator Wu (hük. m.ö. 140-87), çok sevdiği karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır; Şav-Wöng adlı bir Çinli, imparatorun üzüntüsünü hafifletmek için, ölen kadının hayalini bir perde arkasından gösterebileceğini söyler; sarayın bir odasına gerdirdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini, ölen kadının hayali diye sunar (m.ö. 121). M.s. XI. yüzyılda yazılmış bir Çin ansiklopedisinde bu olaydan söz edilmekte ve ansiklopedinin yazıldığı çağda gölge oyununun deriden yapılmış şekillerle pazar yerlerinde oynatıldığı belirtilmekte imiş. Batıda bu oyuna «Çin gölgeleri» adı verilmektedir. Yardak, tef çalmak, taklitlerin şarkılarını söylemek, tasvirleri sırasıyla hayalciye vermekle görevlidir.

GÖlge Oyunu Nasil Ortaya Çikti ?

(Metin And, Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu, Ankara 1977 )İslam ülkelerinde görülen gölge oyununun Cava'dan gelebileceğini kabul edebiliriz. 1300 ile 1750 yılları arasında, Malaya ve Bali dışında Endonezya İslamlığı kabul etmişti. Bundan önce de Arap gezginlerinin Kızıldeniz, Çin kıyılarında dolaştıkları, Güneydoğu Asya kıyılarında küçük yerleşmeler olduğunu biliyoruz. VII. Ve X. yüzyıllarda Arap tacir ve gezginleri İslamlığı buraların yerlilerine kabule zorlamamışlardı. İslamlık daha çok Hintliler yoluyla gelmişti. Bu bakımdan, İslamlık etkisinden önce Arapların bu bölge ile tanışıklığı bulunduğuna göre, bu değinmeden önce Arapların Cava gölge oyununu da öğrenmişlerdir. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 )Doğu ülkelerine özgü bir sanat olduğu anlaşılan gölge oyununun ilk Çin'de çıktığı söylenir. Söylentiye göre, İmparator Wu (hük. M.Ö 140 - 87 ) çok sevdiği karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır; Şav - Wöng adlı bir Çinli imparatorun üzüntüsünü hafifletmek için, ölen kadının hayalini bir perde arkasından gösterebileceğini söyler; sarayın bir odasına gerdiği bir perdenin üzerine karısına benzeyen bir kadının gölgesini düşürür ve bu gölgeyi ölen kadının hayali olarak imparatora sunar. (M.Ö 121) Bir başka söylenti ise gölge oyununun IV. Yüzyılda Hint'ten çıktığını, V. Yüzyılda ise Cava'ya geçtiğini söyler. Cava'da Wayang adı verilen ve gerek şekilleri, gerek konuları bugüne değin korunan bu oyunlarda Hint efsanelerinin etkisi açıkça görülmektedir. Cava edebiyatında, evren bir Wang sahnesine, insanlar ve doğa da Wayang tasvirlerine benzetilmiştir. İslam dünyasında bu oyuna hayal -el -zıll ( gölge hayali), zıll -el -hayal (hayal gölgesi), hayal -el -sitare (perde hayali) vb. adları verilmiştir.Gölge oyununun ilkin nerden çıkmış olabileceği konusunda iki ana görüş vardır, birinciye göre gölge oyunu ilk olarak Asya'dan çıkıp Batı'ya doğru yönelmiş ve yayılmıştır. İkinciye göre ise Batı'dan Doğu'ya ve Asya'ya geçmiştir. Asya'nın çok zengin bir gölge oyunu geleneği olduğuna göre ister Hindistan'dan, ister Cava'dan isterse Çin'den çıkmış olsun, gölge oyununun Asya'dan Batı'ya yayıldığı görüşü daha güçlüdür. İslam dünyasında çeşitli kelamcı ve tasavvufçuların eserlerinde hayal sahnesi evrene, insanlar ve tüm varlıklar, perdedeki geçici hayallere benzetilmiş, oyundaki hayaller nasıl perde arkasındaki görülmeyen bir sanatçı tarafından oynatılıyorsa, evrendeki varlıkların da görünmeyen bir yaratıcı tarafından hareket ettirildiği anlatılmıştır. (Cevdet Kudret, Karagöz, Ankara 1968 )Ayrıca İbni Batuta 1345'te Cava'ya uğramış ve Cava gölge oyununu bir çok bakımlardan Arap ve Türk gölge oyununa benzetmiştir. Her ikisinde de beyaz bir perde vardır, oynatanla perde arasına yağ kandili konulur.Görüntüler deridendir; Cava kuklasında, kuklalara destek olarak muz dallarından "Gedeborg pisang", bizdeki Hayal ağacı denen çatal desteklere benzer; tıpkı Karagöz'deki göstermelikler gibi perdenin ortasına yaprak biçiminde bir görüntü konulur. Bunun adı "Gunungan"dır; bu toprak, deniz, hayvan gibi evreni canlandırır;oyundaki görevi bakımından da bizim göstermeliklere benzer. Oyunun başladığına işaret olduğu gibi, kimi zaman dekor yerine de geçmektedir. Gene aynı oyunlarda oynatıcı Dalang, Karagöz'de olduğu gibi, alışılmış basmakalıp sözleri müzikle söyler; Allah'a bir yakarış vardır. Bunda belirli bir Arap etkisi görülür. Başı tıpkı Karagöz'de olduğu gibi şarkı,seyircilere teşekkür,Tanrı'ya yakarış ve hükümdar için dua bölümlerini içine alır. Oyunun konusu Şinasi'nin "Şair Evlenmesi"ni çağrıştırdığı gibi, Karagöz dağarcığının çok tanınmış oyunlarından "Büyük Evlenme"ye de yakınlığı vardır.Oyunun baş kişileri Garib ile Acib'dir.Garib kurnaz, yoksul! Acib ise Allah'a şarabı yarattığı için dua eden, dilencileri isteklendiren bir sözendir. Bunlar tıpkı Karagöz ve Hacivat gibi karşıt kişilerdir. Mısır gölge oyununda belirli kalıplaşmış kişilere, tiplere pek rastlanmaz. Nitekim XVI. yüzyılda Karagöz ve Hacivat'ın adını duymayız. Böylece, Mısır'dan alınmış olan bu yeni oyuna zamanla Türk yaratıcılığı katılmış; çok renkli, hareketli, özgün bir biçim verilmiş, kesin biçimini aldıktan sonra da Osmanlı İmparatorluğu'nun etki alanı ve çevresinde yayılmıştır. Böylece "Gölge Oyunu" Mısır'a yani geldiği yere bu yeni ve gelişmiş biçimiyle dönüp yerleşmiştir. Nitekim birçok gezgin ,XIX yüzyılda Mısır'daki gölge oyununu anlatırken, bunun Karagöz olduğunu, Mısır'a Türkler tarafından sokulduğunu ve çoğunlukla Türkçe oynatıldığını belirtmişlerdir. Gölge oyununu en geniş ve ayrıntılı bir biçimde anlatan belgelerden biri 1582 şenliğini anlatan Surname-i Hümayun'dur.Bu esein birçok yerinde "hayalbazan" deyimi geçer. Bu deyim;belki kukla,belki de bir başka oyunun adıydı.Profesör Jakob bu kaynağı bilmemekle birlikte aynı şenliğin görgü tanıklarından bir yabancının anlatılarına yer vermiştir. Bunu Karagöz muhaveresi gibi bir söyleşme izler, her iki gölge oyununda da görüntüler yandandır.Yalnız Wayang Kedek'te kadın görüntüleri öndendir. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 )Gölge oyununun Türkiye'ye nerden,nasıl ve ne zaman girdiğine gelince, Birçok yazar ve incelemecinin daha sonra çürütülen görüşlerine bakılırsa, gölge oyunu Türkiye'ye Ortaasya'dan İran yoluyla gelmiştir. Ve XVI yüzyıldan çok öncedir. Kimi de Evliya Çelebi'deki hiçbir temeli olmayan söylentiye kanarak bunu Selçuklu çağına uzatmaktadır.Bu incelemecileri yanıltan herşeyden önce "hayal" sözcüğü olmuştur. Orta Asya'daki ipli kukla türü olan "Çadır Hayal"i gölge oyunu sanmışlar, XVI yüzyıldan önce eski metinlerde sık sık rastlanan ve kukla anlamında kullanılan "hayal" sözcüğünün gölge oyununa bir anıştırma olduğunu sanmışlardır. (Metin And, 100 Soruda Türk Tiyatrosu Tarihi, İstanbul 1970 )XVI. yüzyılda Mısır'dan gelmiş olduğu üzerine kesin bir kanıt vardır. İlk kez profesör Jacob'un ilgimizi çektiği bu kanıt, Arap talihçisi Mehmed bin Ahmed bin İlyas-ül Hanefi'nin "Bedayi-üz-zuhür fi vekaayi-üd-dühur adlı Mısır tarihindedir. Bu eserin birkaç yerinde gölge oyunuyla ilintili yerler vardır. Mesela; Sultan Melik-ün Nasirüddin Muhammed'in gölge oyuncusu Ebul-Şer'in gösterisiyle eğlendiği belirtilmektedir. Bir başka yerde de, yalnız Ramazan'da olmayıp bütün yıl boyunca oynatılan gölge oyununun 9 Zilhicce 924'te yasak edildiği bildirilmiş, bunun gerekçesi olarak Osmanlı askerlerinin bu temsillerden dönen seyircileri soydukları, aralarındaki kız ve erkek çocuklarını kaçırdıkları gösterilmiştir.Bu kaynağın konumuzla ilintili yerine gelince, 1571'de Mısır'ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim,Memluk Sultanı II. Tumanbay'ı 15 Nisan 1517'de astırmıştı. Cize'de, Nil üzerinde,Roda Adası'ndaki sarayda bir gölge oyuncusu, Tumanbay'ın Züveyle kapısında asılışını ve iki ipin,iki kez kopuşunu canlandırmış,sultan bu gösteriyi çok beğenmiş, oyuncuya 80altın ve işlemeli kaftan armağan ettikten sonra "İstanbul'a dönerken sen de bizimle gel, bu oyunu oğlum da görsün,eğlensin" demiştir. Bunu destekleyen başka kanıtlara geçmeden önce Mısır'daki gölge oyununun XVI. yüzıldaki Türk Gölge Oyunuyla ortak noktalarının bulunup bulunmadığını görelim. Mısır'da XI.,XII. Ve XII. yüzyıllarda gölge oyunu bulunduğunu biliyoruz. XIII. yüzyıldan Mehmed bin Danyal bin Yusuf'un yazdığı manzum ve uyaklı nesirle üç gölge oyunu metni bulunmaktadır.Bunlardan birisinin adı Tayf-ül-hayal'dir. "Biri altı tekerlek üzerinde tahtadan bir küçük baraka veya sahneyi ortaya getirdi. Bunun önünde keten bezinden bir perde, içinde ise birkaç ışık vardı, birisi görüntüleri ışıklarla perdeye yansıtarak bunları oynatıyordu. Bunlardan başka, iki kişi parmaklarıyla dilsiz gibi işaretleşip konuşuyorlar, buna yakın şeyler yapıyorlardı. Biri kovalıyor ve koşuyordu vb. Bunların tümünü seyretmek, bu görüntüleri oraya buraya çeken ipler gözükmese,çok hoşa gidecekti" Metinde görüntülerin iple oynatıldığı belirtilmektedir. Ancak tanıklar bunları oynatan sopaların gölgesini ip sanmış olabilirler.Gölge oyununun 1517 yılında Türkiye'ye girdiğini kabul edersek, 1582 şenliğine değin bizde de bu alanda sanatçı yetişecek elli yılı aşkın bir süre geçmiştir.XVII yüzyılda ise artık Karagöz'ün kesin biçimini aldığını biliyoruz. Bu yüzyılda Evliya Çelebi gölge oyunu üzerine kesin bilgi verdiği gibi, Türkiye'ye gelen gezginler de Karagöz oyununu anlatmaktadırlar. Bunlardan Pietro della Valle, Ramazan'da kahvelerde, çeşitli soytarı ve oyuncuların yanısıra, geriden aydınlatılmış bir perde veya boyanmış bir kağıt üzerinde gölgelerin oynatıldığını, bunların kendi ülkesi İtalya'da ,Napoli'deki saray önündekilerden veya Raoma'da Navone Meydanı'ndakilerden değişik olarak sözlü olduklarını, bunları oynatanın sesini değiştirerek çeşitli dilleri ve ağızları taklit ettiğini, kadın-erkek ilişkilerinin büyük bir açık-seçiklikle gösterildiğini,bu konuların böyle bir dinsel bayramda ve genel yerler için aşırı utanmasız olduğunu belirtiyor.Bu yüzyılda en çok bilgi Evliya Çelebi'de buluyoruz. Onun kitabında ilk kez Karagöz ve Hacivat'ın adları anıldığı gibi, oyun konuları, oyunun özellikleri, perde gazelleri,çağın ünlü oyuncuları üzerine bilgiler de buluyoruz. Evliya Çelebi iki çeşit gölge oyunu oynatıcısı sayıyor: "Pehlivan-ı şebbaz" yani "Hayal-i zılciyan" ve "Hayal-i zıll-i tasvirciyan" Ancak bunların tanımlamasını yapmıyor. Bu bakımdan Evliya Çelebi'nin 1834'te yayımlanmış İngilizce çevirisi belki yardımcı olabilir. Bu çeviri kesin olarak kabul edilmese de bir ipucu verebilir. Çeviri "Hayal-i zılciyan"ı , "Hayal-i zıll-i tasvirciyan" ı ise <> diye karşılıyor. Çeviri doğru ise, birincisi Karagöz gibi perde arkasından oynatılmış oluyor, ikincisi ise sinema gibi karşıdaki perde üzerine yansıtılıyor.Bir tartışma konusu da, Karagöz ve arkadaşı Hacivat'ın yaşamış gerçek kişiler olup olmadığıdır. Gölge oyununun bu iki kahramanı halkın gönlünde yüzyıllarca öyle yerleşmişlerdir ki, halk onları gerçekten yaşamış kişiler olarak görmek istemiştir.Bu bakımdan bir takım söylentilerde onların gerçekten yaşadıkları ileri sürülmüştür. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 )Bu söylentilerden birine göre; Sultan Orhan (hük.1239-1254) devrinde Bursa'da bir camii yapımında Karagöz demirci, Hacivat da duvarcı olarak çalışıyormuş. İkisi arasında her gün sürüp giden nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler, işlerini güçlerini bırakıp onların çevresinde toplanır, bu yüzden de yapım işleri ilerlemezmiş. Bunu öğrenen Sultan Orhan, Karagöz ile Hacivat'ı öldürtmüşse de, bir süre sonra iç acısı çekmeye başlamış; padişahın acısını dindirmek isteyen Şeyh Küşteri bir perde kurdurmuş, Hacivat'la Karagöz'ün deriden yapılmış tasvirlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutmuş. ( Çin söylentisinde, ölen karısına acınan imparator Wu'yu avutmak için perde arkasından bir kadın geçirme olayı ile bu Türk söylentisi arasındaki benzerlik, ayrıca dikkate değer.) (Cevdet Kudret, Karagöz, Ankara 1968 )İkinci söylentiyi Evliya Çelebi'de buluyoruz: Ona göre, Efelioğlu Hacı Eyvad, Selçuklular çağında Mekke'den Bursa'ya gidip gelen Yorkça Halil diye tanınmış biridir. Bu yolculuklardan birinde kendisini Eşkıyalar öldürmüştür. Karagöz ise İstanbul Tekfuru Konstantin'in seyisi olup Edirne dolaylarında Kırk Kilise'den Kıpti Sofyozlu Bali Çelebi'ydi, yılda bir kez Tekfur kendisini Alaeddin Selçuki'ye gönderdiğinde Hacivat ile buluşup konuşurlardı. Hayal-i zıll sanatçıları onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatırlardı. Evliya'nın kendi çağından şöyle bir dört yüz yıl öncesinin olayları üzerine vereceği bilgi ne denli doğru olabilirse, bu söylenti de o denli güvenilebilir.Elde güvenilir bir kaynak olmadıkça Karagöz ve Hacivat'ın ne yaşadığı, ne de yaşamadığı yolunda bir sonuca ulaşabiliriz. Netekim günümüze dek Karagöz'ün gerçek veya yapıntı bir kişi olup olmadığına dair basında uzunca tartışmalar olmuş. Bu tartışmalardan birinde Filibeli Mithat Beyin Bursa Belediye Başkanı Muhittin Beye bir mektubu yayınlanmıştır. Mektup sahibi 1333 yılında Hisar'daki Ortapazar medresesi kitaplığında, "Hayat ve menakıb-i Kara Oğuz ve Hacı Ehvad" adında bir kitabın bulunduğunu, sonra bir yangında yanmış olduğunu, Bursa'da Sahaflar Çarşısı'nda oturan kahveci Şeyh Hakkı Efendi'nin Karagöz'ün Orhaneli ilçesinde Karakeçili aşiretinden <> adını taşıyan bir köylü olduğunu söylediğini, fakat bu adın daha sonra <> e çevrildiği, arkadaşı <> ile birlikte düzenledikleri oyunların Şeyh Küşteri'nin ilgisini çektiğini ve ü "Karagöz"e çevirdiği ileri

Türk gölge tiyatrosu

Ülkemizde ilk olarak Osmanlılar zamanında ortaya çıkmıştır. Profesör Doktor Metin And'ın bildirdiğine göre; ' Osmanlılar Mısır'ın fethinden sonra Mısır'dan pek çok zanaatkar ve sanatkarın yanı sıra Gölge tiyatrosu ustalarını İstanbul'a getirmişlerdir. Uzakdoğu ülkelerinden geçerek Mısır'a oradan da İstanbul'a gelen Gölge Tiyatrosu, burada, Osmanlıların sanat zevkine göre yeniden yorumlanarak; tipleri bize ait, özgün, bir gölge tiyatrosu olarak Karagöz Perde oyunları çıkmıştır.Osmanlılar zamanından günümüze yirmiyi aşkın oyun kalmıştır. Karagöz metinlerinin çoğu ortaoyununa uyarlanmıştır.Günümüzde Karagöz, eski metinlere yenileri de eklenerek, usta-çırak ilişkisiyle yetişen karagöz ustaları tarafından oynatılarak yaşatılmıştır.Karagözün çıkış yeri olduğuna inanılan Bursa'da her yıl festivaller yapılmaktadır. Aynı kentte birde Karagöz Derneği faaliyetlerini sürdürmektedir.Karagöz perde oyunlarının asal iki kişisi ise Karagöz ve Hacivat'tır. Karagöz, halk masallarındaki Keloğlan prototipinin İstanbul versiyondur.Köyden kente göçmüş ama henüz kentleşmemiş günümüz insanlarının bir ilk örneğidir. Karagöz'de Keloğlan gibi yerine göre saf, yerine göre kurnaz, çoğu kez iyi niyetli, nüktedan, hazırcevap ve komik bir halk tipidir. Hacivat ise tersine, tam bir kent tipidir. Kentli bilgisi, görgüsü, kibarlığı, çelebiliği ona aittir. Komedi de zaten bu zıt tiplerin çatışmalarından doğar. Karagöz aslında eski bir İstanbul haritasıdır. Eski İstanbul'da çoğunluk başka başka azınlıklar, Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli bölgelerinden gelen insanlar, semt-semt birarada yaşıyorlardı. İşte Karagöz tipleri de farklı farklı semtlerden alınmış farklı farklı tiplerden oluşuyordu.Karagözün belli başlı tipleri (tasvirleri): Beberuhi, Matiz, Tuzsuz Deli Bekir, Karagözün Karısı, Karagözün oğlu; azınlık tipleri olarak da: Rum, Ermeni, Laz, Çerkez, Argo, Bolu lu, Kastamonulu ve Kayserili dir.Karagöz oyunları konularını, ya eski İstanbul yaşamındaki toplumsal olaylardan (örneğin Kanlı Nigar), ya masallardan (örneğin Ferhat ile Şirin) ya da yeni metinlerde olduğu gibi çağdaş yaşamdan alır.Eski İstanbul da Karagöz oyunları büyük-küçük herkese, özellikle bazı özel saray ve konak gösterilerinde sadece büyüklere oynatıldığını, bu yüzden bazı Karagöz metinlerinin politik ve müstehcen tarafları bulunduğunu; oysa, günümüzde Karagöz oyunlarının daha çok çocukları hedeflediğini belirtmeliyiz.
Karagöz Türkiye’nin kültürü, şiiri, minyatürü, resimleri, müziği, gelenekleri ve ifade zenginliklerinde kapsanır. Öyleyse tüm bu öğeler, bugün Karagöz olarak bildiğimiz şeyin ortaya çıktığı 16.yy’a ait yıllarda türedi ve iç içe geçti. 17.yy’a gelindiğinde, Karagöz bütünüyle tanımlanmıştı.

İki boyutlu figürlerin gölgelerinin beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanan gölge tiyatrosu, Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş bir kesiminde çok önemli bir rol oynadı. Gölge oyununun kökeni için Java, Hindistan, İspanya, Portekiz, ve Mısır olmak üzere çeşitli merkezler gösterildi. Bazılarına göre, oyun ilk kez Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) Memlükler’i fethettiği Mısır topraklarında sergilendi. Gölge oyunu, 1517 Yılında Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Memlük Sultanı Tumanbay’ın Nil Nehri üzerindeki Roda Adası’nda asılışını hayal perdesi üzerinde canlandıran bir hayal sanatçısını, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da görmesini arzu ederek İstanbul’a getirmesiyle Anadolu’ya girmiş de olabilir. 17.yy yazarı Evliya Çelebi’ye göre ise, Karagöz oyunu ilk kez, I. Bayezid’in hükümdarlığı zamanında (1389-1402) bir Osmanlı sarayında gerçekleşti. Ancak Evliya Çelebi’nin, 1601 yılında doğduğu için, doğumundan 300 yıl önceki bir olay hakkındaki görüşlerin güvenilirliği yoruma açıktır.

Bir söylenceye göre, M.Ö. 140-87 yılları arasında yaşamış olan Çin Hükümdarı Wu, karısının ölümü üzerine derin bir kedere kapılır. Şav Wong adlı bir Çinli, hükümdarın acısını hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunar.

Aslında kukla geleneği Orta Asya’dan geldi ama gölge oyunlarının kökeni farklıydı. Türkler 16.yy’da gölge tiyatrosunu bilmeden önce, uzun soluklu bir kukla geleneğine karşı bağışıklık kazanmışlardı. Aslında Türk halkının beğenisine sunulmayan bir kuklacılık biçimi yok gibi. Zill-i hayal (hayali gölge) olarak adlandırılan gölge oyunu Türk halkını yüzlerce yıl eğlendirdi. Orta Asya ve İran’da gölge oyunu geleneği yoktu. Gölge oyunları, 16.yy’da Mısır’dan ödünç alınmıştı. Mısır’daki gölge oyunlarının kaynağını nereden aldığı sorusu ise henüz kesin olarak yanıtlanmadı ancak Arapların bunu Java’dan aldığı konusunda yalnızca ufacık bir kuşku var. Araplar ticaret yolculukları ve akınları dolayısıyla Java ile sürekli bir iletişim ve etkileşim içindeydiler. Java kültürünün Mısır sayesinde Türkler’in gölge oyunu üzerinde dolaysız bir etkisi olup olmadığını yanıtlamak da güç. Yine de Türk ve Java gölge oyunları arasında pek çok ortak nokta var.

Türkler’in gölge tiyatrosunu, Memlüklerden alınmış olan gölge oyunları tekniğini, tarihi bir süreçten geçirerek ve yeniden üreterek oluşturduğu söylenebilir. Osmanlı soytarıları ve grotesk dansçılar gölge tiyatrosunun ortaya çıkmasından çok daha önce vardı. Bunlar Karagöz figürleri ile yalnızca kostümler ve başlıklar bakımından değil aynı zamanda karakteristik duruşlarıyla da benzerlik gösterirler. Karagöz Türkiye’nin kültürü, şiiri, minyatürü, resimleri, müziği, gelenekleri ve ifade zenginliklerinde kapsanır. Öyleyse tüm bu öğeler, bugün Karagöz olarak bildiğimiz şeyin ortaya çıktığı 16.yy’a ait yıllarda türedi ve iç içe geçti. 17.yy’a gelindiğinde, Karagöz bütünüyle tanımlanmıştı. Karagöz’ün bir kukla oyunu olarak adlandırıldığı dönem 17.yy’dı. Karagöz ve Hacivat oyunlarını halk arasında oldukça yaygınlaştığı, hatta 17. ve 19.yy’lar arasında evlerde, Ramazan ayında ise özellikle kahvehanelerde gösterildiği bilinir.

Evliya Çelebi, bu iki kişiliğin öyküsünün Anadolu’da çok iyi bilindiğini; bir kaç girişimci sanatçının, Hacivat ve Karagöz figürleri yaratarak öykülerin yayılmasını sağladığını söyler. Çelebi’ye göre Karagöz Oyunları’nda, yalnız halktan insanların yaşamları değil, Osmanlı Sarayı’ndaki yaşam da anlatım bulurdu. Gölge oyunları, IV.Murat’ın 1623 yılında gerçekleşen Taç Giyme Töreni’nin büyük bir bölümünü oluşturmuştu. Onun padişahlığı döneminde pek çok kukla sanatçısı ortaya çıktı ve sergiledikleri gölge oyunları, kukla tiyatrosuna bugünkü temel biçimini verdi. Sık sık sarayda sergilenen Karagöz oyunları, 19.yy’da daha da popüler oldu. Ancak I.Dünya Savaşı’ndan sonra, gölge oyunlarının önemi, sinema ve modern tiyatro ile rekabet edemeyerek azaldı.

Karagöz kukla orta oyunu

Gölge Oyunu sanatı Orta Asya'dan Türkiye'ye göç eden Türkler tarafından getirilmiştir. Bir başka rivayete göre Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethinden sonra bu sanat Osmanlı Devleti’nde gelişmiştir .Gerçekte, Karagöz ve Hacivat’ın Bursa’da yaşamış karakterler olduğu ve Sultan Orhan Camii inşaatında çalıştıklarıdır. Bursa ‘da, Atatürk Caddesi’ndeki Şeyh Küşteri’nin (Küşterli Mahmud) mezarı bunun ispatıdır. Oyunlarda “Şeyh Küşteri Meydanı” diye başlanan birçok diyalog, Şeyh Küşteri’nin bu işin Piri ve yaratıcısı olduğunu vurgulamaktadır. Karagöz’ün mezarı ise bugün çekirge caddesinde Karagöz ve Hacivat’ın Anıt mezarının bulunduğu bölgededir. Karagöz’ün mezar taşı bugün Yeşil’de bulunan Türk İslam Eserleri Müzesinde bulunmaktadır.Oyunun baş rolünde Karagöz ve Hacivat adlı iki zıt karakter vardır. Karagöz halkın ahlak ve sağduyusunun temsilcisidir. Özü sözü birdir. Hacivat ise medrese eğitimi görmüş, kaypak, düzene uyan entelletüel bir karakterdir. Diğer tipleri Tuzsuz Çelebi, Matiz, Beberuhi,Arnavut, Yahudi, Çerkez, Kürt, Laz, Tiryaki, Zenneler vb. oluşturur.Türk el sanatlarının sahne sanatına dönüşümünün dünyadaki ilk ve tek örneği olan Karagöz Kukla Tiyatro oyunu ve oyunun figürleri, metin veya senaryoya göre sert ve kalın deriden kesilerek boyanır ve ışıklı perdeye yansıtılır. El ile hareketlendirilen, ses ve müziğe göre ustasının tarzına göre aktiflik kazanan kuklalar (tasvirler) perde yansımasında seyirci görecek biçimlerde karşı karşıya veya arka arkaya dururlar.Karagöz'ün oynatıldığı beyaz perdeye "ayna" adı verilir. “Hayal Perdesi” adı da verilen ışıklı 85X125 cm. boyutlarında ki tahta tezgahta yansıma olarak gösterilir. Figürler deliklidir ve bu deliklere uygun uzunluktaki tahta çubuklar geçirilir. Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80m ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altında kurulmuş "peş tahtası" vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır. Bunlar peş tahtası üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler 32-40 cm büyüklüğünde olup genellikle manda, sığır ve deve derisinden yapılır. Deriler özel bir yöntem ile şeffaf hale getirilir. Daha sonra "nevregan" adı verilen ucu keskin bıçaklarla işlenir. Parçalar birbirine kiriş veya katküt adı verilen iplerle bağlanır. Daha sonra tasvirler çini mürekkebi veya kök boya ile boyanır.Karagöz'de işlenen konular komik öğelerle verilir. Çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğeleridir :Hacivat'ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz'ü çağırdığı ve Karagözle Hacivat'ın kavga ettikleri giriş bölümüne mukaddime denir. Bu bölümde Hacivat'ın söylediği perde gazelinde oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi tasavvufi anlamı vurgulanır.Muhavere bölümünde, bu oyunun baş kişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Muhavere tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat'ın kişilik özellikleri ve yaratılış açısından birbirlerine karşıt özellikleri vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bunun yanısıra çifte Karagözlü muhavere, gelgeç muhaveresi ve ara muhavere çeşitleri de vardır.Asıl hikayenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bölüme fasıl adı verilir. Oyun buradaki konuya göre isim alır. Fasılın sonunda oyuncular bir biçimde perdeden ayrılır. Hacivat ve Karagöz kalır.Oyunun sonunun haber verildiği Karagözle Hacivat arasında geçen bitiş bölümünde seyirciden yapılan hatalar için özür dilenip bir sonraki oyunun duyurusu yapılır ve oyun sona erer.Karagöz'de hiciv ve taşlama vardır. Bu taşlamalar mizahi bir üslupla devlet yöneticilerine kadar uzanmıştır.Karagöz, saray tarafından ilgi görmüş ve desteklenmiştir. Yapılan şenliklerde, şehzadelerin sünnet düğünlerinde Karagöz gösterilerine yer verilmiştir.Karagöz özellikle İstanbul Merkezli Osmanlı kültürüyle bütünleşmiştir. İstanbul'un yaşamını Karagöz oyunlarında görmek mümkündür. Ağalık, Büyük Evlenme, Kayık ve Tahmis bunlardan bazılarıdır. Ferhat ile Şirin, Balıkçı, Cazular, Kanlı Nigar, Leyla ile Mecnun, Ters Evlenme, Tahir ile Zühre, Yalova Sefası, Karagöz'ün Yazıcılığı, Karagöz'ün Aşıklığı, Karagöz'ün Hekimliği vb. Karagöz'ün bilinen diğer oyunlarıdır.Oynatanlar ise Hayali (Usta), Çırak (Yardımcı), Sandıkkar (2. Yardımcı), Yardak (Hanende), Dayrezen=Dairezen (Def Çalan) ve Hammal’dır. (Karagöz Zembilini Taşıyan)Osmanlı Dönemi'nin en önemli eğlence türlerinden olan Karagöz, Ramazan'lar da, sünnet düğünlerinde, şenliklerde, kahvehanelerde ve bahçelerde oynatılmaktaydı. Dönemin toplumsal olaylarını eleştirel bir gözle konu edinen Karagöz'ün yaygın olarak İstanbul'da oynatıldığı bilinmektedir. Anadolu'nun diğer kentlerine ise turneye giden sanatçılar aracılığı ile yayılmıştır.Günümüzde ülkemizi tanıtıcı sanatların başında gelen Karagöz turistik otel ve lokantalarda oynatılmaktadır. Radyo ve daha çok televizyon aracılığı ile seyirciye ulaşmaktadır.

hacıvat ve karagöz bölümleri

  • MUKADDiME :
    Mukaddime bölümünde ilk önce müzikle bos perdede göstermelik bir görüntü konulur: (Bir dalyan, vakvak agaci, yasam agaci, gemi, denizkizi, çalgicilar, kediler, Burak, Zaloglu Rüstem'in dev ile savasi v.b ) Kimi kez konuyla ilintili de olabilir; örnegin "Tahmis" oyununda göstermelik kahve dövücüleri gösterir. Göstermeliklerin görevi henüz oyunu seyretmeye hazirlanmamis seyirciyi oyunun gerçegine hazirlamak, onu oyunun yanilsama havasina sokmak, onda geciktirim ve merak uyandirmaktir. Göstermelik, bir ucuna gerilmis sigara kagidi baglanan nareke adinda bir kamis düdügünün cirlak sesiyle ladirilir. Bundan sonra, tefin tartimina uygun hareketlerle, seyirciye göre perdenin solundan Hacivat gelir, bi semai okur. Bunu kimi kez bir ara semaisinin izledigi olur. Bu semailer Dügah, Ferahnak, isfahan, Buselik, Yegah, Rast,Nihavend, Beyti,Segah, gibi makamlarda olur. Burada Hacivat müzigin tarumina hareketlerini uydurarark basini hafifçe sallar. Semai bitince Hacivat" Off...hay Hak!" diyerek perde gazeline baslar. Mukaddime bölümünün önemli bir ögesi Hacivat'in söyledigi perde gazelidir. Perde gazellerinde Karagöz oyununun bir ögrenek yeri oldugu, felsefi ve tasavvufi anlami, kurucusunun seyh Küsteri oldugu belirtilmektedir. Ayrica, teknik bilgi de buluruz; örnegin, "on iki bend ile bagli", " on iki tir ile bagli" deyimleri birer Bektasi simgesi olabilecegi bir yana, ayrica eski Karagöz perdesinde ayna denilen beyaz kesimin çerçeveye dikilmeyip on iki ilik dügme ile tutturuldugunu belirtir.
    Perde gazellerinde padisaha yakaris da yer alir; çagin padisahini anmanin yani sira, kimi kez yurt yönetiminin biçimi bile belirtilir. Örnegin Mesrutiyet için söyle denmistir: Çok zamandir hükm-i istibdadda olmustuk esir Geçti ol zulm ü cefalar nail-i hürriyetteyiz Cumhuriyet yillarinin bir perde gazelinde de söyle bir beyite rastliyoruz: Hüda elbet müzahirdir erken-i Cumhuriyet'e Mülkü ma'mür eyle yarap san-i kudretle Daha sonra bir beyit okur. Bu beyitin çoklukla Hafiz'dan, Ziya Pasa'nin Terkibibend'inden, Fuzuli, Nedim divanlarindan alindigi bilinir. Bundan sonra, asagidaki satirlarda görülecegi gibi kendine kafa dengi bir arkadas arar, bu arkadasta istedigi özellikleri sayar : Efendim! Demem o demek degil! Bu bendenize, bu hakir duaciniza eli yüzü yunmus, elfazi düzgün, sözü sohbeti tatli bir fasih-ül-lisan yar-i vefa-siar olsa, geliverse su meydan-i pür-safaya, Arabi bilse, Farisi bilse, bir az fenn-i siir ü musikiye asina olsa, o söylese bendeniz dinlese, bendeniz söylesem o dinlese, oturan zevkperveran-i kiram da sefayab olsa! Diyelim: Bu gece isimizi mevlam rasgetire! Yar, bana bir eglence, aman bana bir eglence! Yar, bana bir eglence! Kimi kez gene bir beyit okuduktan sonra Karagöz karsi yandan, yani seyirciye göre sagdan gelir, buna "Karagöz'ü inidrmek" denir. ikisi dögüsürler. Dögüste Hacivat kaçar, Karagöz yere boylu boyunca uzanir, secili bir deyisle Hacivat'a veristirir, bir tekerleme söyler. Karagöz'de iki çesit tekerleme vardir. Birincisi, masal basinda söylenen basmakalip sözler oldugu gibi, masalin ortasinda ve sonunda da söylenen, dinleyiciyi masalin gerçek disi havasina sokmak için yapilan söz oyunlaridir. ikincisi ise Ortaoyunu ve kimi Karagöz muhaverelerinde oldugu gibi masalcinin kendi basindan geçmis gibi anlattiklari, ya da üçüncü kisi agzi ile anlatilan olagan disi maceralardir. Bu türden tekerleme Ortaoyunu ve Karagöz'de bir düsün gerçekmis gibi anlatilasina ve sonunda düs oldugunun anlasilmasina dayanir. Karagöz'de birinci türden tekerleme, mukaddimede Karagöz ile hacivat arasindaki dögüsmeden sonra Hacivat kaçinca, boylu boyunca yerde uzanmis yatan Karagöz'ün Hacivat'a veristirisidir. Burda çogu kez Karagöz ipe sapa gelmez sözlerle ve Arapça, Farsça sözcüklerle konusur. Bu tekerlemede Karagöz'den beklemeyecegimiz Arapça Farsça sözler bulunusundan, bunun bir ironie oldugu da söylenebilir.

  • MUHAVERE :
    Genel olarak muhavere, Karagöz oyununun iki bas kisisi olan karagöz ile Hacivat arasinda geçer. Bazi durumlarda- ara muhaveresinde- iki kisiden daha çok kisiler bulunmaktadir. Muhavere ile fasil arasindaki baslica ayrim, birincinin salt söze dayanisi, olaylar dizisinden siyrilmis, soyutlastirilmis olmasidir. Bunlarin görevi, Karagöz ve Hacivat gibi iki bas kisinin kisiliklerini, özelliklerini, gerek ses, gerek yaradilisl ve yetisme bakimindan birbirine karsit düsen özlüklerini tanitmaktir. Bu bakimdan, ortaoyununda Pisakar ve Kavuklu arasindaki tekerleme ile es görevdedir. Karagöz üzerine kitap yazmis olan Selim Nüzhet Gerçek muhaverelerin belli bazilarinin adlarini vermis, ama konularini açiklamamistir. Selim Nüzhet Gerçek su adlari vermistir: Akil, Babam Öldü, Bekçi,Bilmece, Çamasir ipi, Çevre, Gel Geç, Hasta, Hayir Hiç, iftar, isim Degistirme, Kul, Külbasti, Masana, Mektep, Nasihat, Nazire, Rüya, Seyahat, Tursu, Yazma, Zurna.
    Muhavereleri konulari ve biçimleri bakimindan çesitli ayrimlarda inceleyebiliriz. Bunlardan baslicasi,<> ve <> diye iki ana bölüme ayrilabilir. Muhavereler çognlukla fasildan, yani oyunun kendisinden bagimsizdir.Ancak bir iki muhavere ile fasil arasinda konu birligi bulunabilir. Örnegin Hayali Memduh'un Karagöz Evlenmesi yahut Üç Sevdalilar adli oyunundaki muhaverede Hacivat Karagöz'e kaçan karisinin yerine bir baskasi ile evlenmesini ögütler ve böylece muhaver ile fasilin konulari birbirine baglanir. Bunun gibi birkaç örnek disinda muhavereler ve ara muhavereleri, fasilin konusundan ayri ve bagimsizdir.
    Bilinegelen en alisilmis muhaverelerin disinda bir takim baska muhavere türleri de buluruz. Bunlarin kendine göre bir biçimi, tartimi vardir. Örnegin gel-geç muhaveresi, karagöz ile Hacivat arasinda geçmekle birlikte, öteki muhaverelerden degisik bir yolda gelisir. Bunun iki örnegini Kanli Nigar ve Sünnet muhaverelerinde bulabiliriz. Burda Hacivat bir dize söyler gider, Karagöz bu dizeye ölçü, tartim ve uyak bakimindan benzeyen, fakat saçma bir misra söyler gider, muhavere bu yolda, Hacivat ve Karagöz'ün gidip-gelmeleriyle uzar gider. Bu arada bir basaka muahaver de çifte Karagöz'lü muhaveredir. Bunda iki Karagöz karsilasir, ikisi de Karagöz oldugunu ileri sürerek birbirlerinin sözlerini tekrar ederler, araya Hacivat girer, sonunda ikinci Karagöz kovulur ve Karagöz ile Hacivat muhaverelerine baslarlar.
    Gene böyle degisik biçimde bir muhavere türünde her sözün sonunda Karagöz ile Hacivat birbirlerine vururler. Örnegin "Salincak" oyununun basindaki muhaverede, Karagöz ile Hacivat birbirlerine sürekli kötüleyici, sövücü sözler söylerken, bir yandan da birbirlerine vururlar. Bir de ara muhaveresi vardir. Bu fasila baslanmadan evvel muhavereyi uzatmak maksadiyla kullanilan bir ek muhaveredir. Konu bakimindan bu da fasildan bagimsizdir.Bununla birlikte muhavereye üç-dört kisinin katildigi olur.
    Bir muhavere konusu da, tipki Ortaoyunu tekerlemelerinde oldugu gibi, önce olmayacak bir olayin gerçekmis gibi anlatilmasidir, sonra bunun düs oldugu anlasilir. Hayali Küçük Ali'nin "Karagöz Dans Salonunda" adiyla yayinladigi oyununda Karagöz, Hacivat'a bir kahveye gittigini,içtiklerini ödeyecek parasi olmadigini, kahve kutusuna saklandigini, oradan cezvede pisirildigini ve kahve olup kendisini bir tiryakinin içtigini, onun midesine gittigini ve kusunca disari çiktigini anlattiktan sonra hepsinin bir düs oldugunu açiklar. Bütün muhaverelerde ortak nokta, muhaverelerin yanlis anlamalarla gelismesidir. Bir muhavere türünde Hacivat bilgisini ortaya döker, bir konu çevresinde bir takim kelimeleri, terimleri sayar döker, Karagöz de bunlara yanlis anlamlar verir. Muhavereden fasila geçerken önce Hacivat gider, Karagöz de: "Sen gidersin de beni pamuk ipligiyle mi baglarlar?Ben de gideyim idgaha, dolaba, dilber seyrine!Bakalim, ayine-yi devran ne suret gösterir!" dedikten sonra perdeden ayrilir, fasil baslar

  • FASIL :
    Fasil, oyunun kendisidir. Burada Hacivat ve Karagöz'den baska oyunun çesitli kisileri bir konu ve olaylar dizisinde gözükür, oyuna katilirlar. XVI. yüzyilda belirli bir konudan çok hayvanlarla, gemilerle daha çok kopuk sahneler gösterilirken, XVII. yüzyildan baslayarak fasil konulari belli olyalar dizisine uymaya baslamistir. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, istanbul 1985 )
    Klasik fasil listesine dahil olan oyunlar sunlardir: Yalova Sefasi, Mandira, Hamam, Kanli Nigar, Kayik, Civan Nigar, Orman, Yazici, Çesme, Timarhane, Bahçe, Kanli Kavak, Agalik, Büyük Evlenme, Ters Evlenme, Aptal, Bekçi, Terzi, Mahalle Baskini, Dilsizler, Berber ve Kale, Hoppa, Devrani-Çelebiler, Üç Eskiya Çelebiler, Haci Ayvad, Dilenci-Arap-Arnavut, Bekri Mustafa ile Kör Arap, Meyhane Karagöz sanatkarlarina nazaran,klasik repertuar bu 28 oyundan meydana gelir. Bu sayi ibadetle geçen Kadir Gecesi hariç tam bir Ramazana tekabül eder. Ramazan'In ilk gecesinde "Mandira" son gecesinde " Meyhane" faslini icra etmek adet ve anane olmustur.
    Son devirde tertip edilmis olan modern fasil isimleri ise sunlardir: Vasifin-ki Kiskanç Kadin, Karagöz Salincakta, Karagöz'ün yalaova Sefasi, Karagöz Güvey, Karagöz'ün Deli Olusu, Karagöz Asçi ismail Hakki Baltacioglu'nun- Karagöz Ankara'da, Karagöz'ün Muhtarligi, Köy Evlenmesi Hayali Küçük Ali'nin- Hayal Perdesi, Tayyare Sefasi, iyilik Eden iyilik Bulur Selim Nüzhet'in- Salincak Sefasi Mekki Sait'in- Karagöz Gazeteci Ercüment Ekrem Talu'nun - Karagöz Holivut'ta Doktor Duda'nin- Fasli Ferhad (Dürrüsehvar Duyuran, Karagöz Topkapi Sarayindaki Tasvirleriyle, istanbul, 2000)
    Ayrica Selim Nüzhet su fasillari saymaktadir: Bahçe Sefasi, Balikçilar, Baskin, Bursali Leyla, Büyük Evlenme, Cazular, Canbazlar, Eczahane, Sahte Esirci, Ferhad ile sirin, Hain Kahya, Kagithane Safasi, Kirginlar, Kütahya, Leyla ile Mecnun, Mal Çikarma, Ortaklar, Pehlivanlar, Sahte Esirci, Salincak, Sünnet, sairler, Tahir ile Zühre, Tahmis, Timarhane, Yangin Kimi fasillarin konulari benzer olmakla birlikte adlari degismektedir. Örnegin Yorgi'nin Mecmua-i Hayal dizisinde çikan Karagöz fasillari arasinda "Kanli Nigar" oyunu 5 No.lu cüzde Karagöz'ün Soyulup Dayak Yemesi iken ayni oyunun 6. Cüzdeki ikinci yarisinin adi Karagöz'ün Karaman Koyunu Olmasi'dir. Fasil sona erdikten sonra çok kisa bitis bölümü gelir.

  • BiTiS :
    Bitis bölümü çogu kez çok kisadir. Karagöz oyunun bittigini haber veriri, kusurlar için özür diler, gelecek oyunu duyurur. Karagöz ile Hacivat oyun sirasinda kilik degistirmislerse eski kiliklarinda perdeye dönerler, aralarinda kisa bir söylesme geçer, bu söylesmede oyundan çikarilacak ögrenek de belirtilir.
    Kimi kez de Karagözcü bu bitise, sanki eski siirlerdeki mahlas beyti gibi kendini de karistirir ve oyun sona erer.

KARAGÖZ NASIL DİRİLİR

Ta Katip Salih devrinden düne kadar tecrübesini yaptık ve nihayet açıkça gördük ki, Karagöz’ü diriltmeye tek adamın gücü yetmez. Dirilmese sanki ne olacak demeyin. Böyle düşündünüz mü, bugün Karagöz, yarın dil, öbür gün tarih ve edebiyat, hâsılı milli kültür namına elde ne varsa hepsi kayıplara karışır ve bizler de Dıral Dedenin düdüğü gibi ortada kalırız. Başka memleketler, kültür dağarcıklarına bir yerine dokuz düğüm vururlarken, bizim böylesine hovardalığa kalkmamızı ne tarih, ne de yarınki Türkiye affeder.Gerçi Karagözü diriltmek tek adamın harcı değildir, fakat hükümet isterse bunu yapabilir. Nasıl mı yapar? Şöyle; Kesenin ağzını açarak, geniş çapta bir Folklor Enstitüsü kurar. Bu Enstitünün türlü şubeleri arasında bir de halk tiyatrosu branşı bulunur. Rolü eski orta oyunu ile Karagözü tetkik etmek ve diriltmek olan bu şubenin başına işin tam manasiyle ehli biri getirilir ve ona tam salahiyet verilir.Bu adam-ki elinin altında orta oyunu ile Karagöze dair her nevi vesika vardır-, şöyle etrafına bir göz atar, memlekette nükte ve icat kabiliyeti ile tanınmış kim varsa hepsini bir toplantıya çağırır.Böyle bir toplantıda eski Karagözcülerle birlikte mizah edebiyatının tanınmış simaları, karikatüristler, bazı tiyatro rejisör ve sanatkarları, bestekarlar, ressam ve dekoratörler bulunur.Bugünün zevk ve anlayışına göre bu iki oyunda ne gibi yenilikler lazımsa düşünülür, konuşulur. Mesela Karagözde perde mi genişletilecek, tasvirlerin boyu mu uzatılacak, Küşteri meydanı dekorlarla mı donatılacak, yeni tipler mi yaratılacak, yeni fasıllar mı düzülecek ilh, birer birer ele alınır ve bir neticeye bağlanır. Keza temsillere nasıl bir müzik girecek, ışık oyunları, gürültüler nasıl tertiplenecek ilh, bunlar da aşağı yukarı tesbit edilir.Bu iş tamamlandı mı, denemelere geçilir.Enstitünün emrinde, küçük de olsa bir sahne bulunur.Mizahçılar yeni tipler yaratırlar, karikatürcüler yeni tasvirler çizerler, bunlar deriden imal olunur, rejisörler perdeyi donatırlar, ışıkları düzene sokarlar.Yeni fasıllar, eskilerin ruhunu bilip de yaratma kabiliyetine sahip olanlar tarafından kaleme alınır ve taklit yapmasını becerenler tarafından da oynatılır. Denemelerde, bütün teferruat gayet sıkı bir sanat kontrolünden geçer. Netice hoşa giderse ortak halkın takdirine arz edilir.Bununla da iş bitmez. Enstitü durmamacasına bu mevzuu işleyerek her gün biraz daha kemâle vardırmaya çalışır.Adam, işimiz yok da Karagözle mi uğraşacağız demek pek kolaydır. Ama bilelim ki başka memleketler kendi Karagözleriyle böyle uğraşıyorlar.işte Çekler! Kendi kukla oyunlarını modern bir sanat seviyesine çıkarmak için Prag’da Üniversiteye bağlı bir Kukla Enstitüsü kurmuşlar, harıl harıl çalışıyorlar.Profesörleri var, bu Enstitüde kukla tarihi, kukla edebiyatı, kukla mizanseni okutuyor, deneme sahnelerinde kukla oynatıyor, kukla filmleri çekiyor.Bu Enstitüde yetişen gençler memleketin her yerinde kukla tiyatroları kurup iş görüyor, sanat gösteriyorlar.Bizde de Karagöz’ü başka türlü diriltmenin imkanı yoktur. Abesle uğraşmayalım da, samimi isek, Türk kültürünün bu ancak zorla öldürülür büyük eserini, devlet himmetiyle, yeniden elektrik ışığına kavuşturalım.

YUNAN KARAGÖZÜ

Bizdekinin aksine Yunanistan’da bugün dahi bu sanat hayli rağbettedir.Gerek Atina’da gerek diğer şehirlerde mesleğinin ehli birçok Karagözcü bulunur ve bunlar mini mini tiyatrolarda ve bazen de halk kahvelerinde sanatlarını icra ederler.Fakat Karagöz, Yunanistan’a Türkiye’den gitmiştir.Bu Yunanlıların da bildiği ve itiraf ettiği bir hakikattir.Nitekim Caimi adlı bir Yunanlı müdekkikin 1935 de neşrettiği “Karagöz-Yahut hayal perdesinin ruhunda Yunan komedisi” adlı Fransızca eserde bu hususta gayet enteresan tafsilat vardır.Müellife göre Kalamata’lı bir Rum olan Vrahalis, 1860 da İstanbul’dan kalkıp Pire’ye gelmiş ve gümrük binasının karşısındaki kahvede ilk Karagöz perdesini kurmuştur.Bir müddet sonra da Atina’ya gidip sanatına devam etmiştir.Perdesini Yunanistan’da kuran Karagöz’ün bütün eşhası ve repertuarı, başlangıçta bizimkilerin aynı olduğu halde, çok geçmeden, Yunan sanatkarları hayal oyununu kendi cemiyetlerine intibak ettirmeye başlamışlardır.Böylece zamanla eski tasvirler değişmiş, tipler çoğalmış, repertuar zenginleşmiştir.Karagöz’le Hacıvat bile yalnız isimlerini muhafaza edebilmişler, fakat şekil-şemail, kılık-kıyafet ve bilhassa karakter bakımından bambaşka tipler olmuşlardır.Mesela Yunan hayal perdesinin Karagözü gaga burunlu,tüysüz ve kamburcadır.Hacıvat ise daima kılıktan kılığa girer.Bunlardan başka paşa,vezir,derbend ağası gibi birkaç Türk tipi daha kalmıştır.Şunu da hemen söyleyelim ki bu Türk tipleri arada bir sarakaya alınmalarına rağmen hiç de haysiyet kırıcı vaziyetlere sokulmazlar, bilakis Türk vezir ve paşalarının şahsında milletimize has kahramanlık, civanmertlik ve adalet ehemmiyetle belirtilir.Yunan Karagözcüleri bir asır içinde Karagözün teknik tarafını da bir hayli değiştirmişlerdir.Perdeyi genişletmişler,tasvirlerin boyunu bir metreye kadar çıkarmışlar,onları süratle ters-yüz edebilmek için değneklerin sokulduğu delikleri kenara almışlar, dekor ve aksesuara ehemmiyet vermişler ve böylece hayal perdesini sinema ile rekabet edebilecek mükemmeliyete getirmişlerdir.Asıl marifetleri, perdeye daima aktüaliteden alınma yeni tipler sokmaları, repertuarlarını günün icaplarına göre sık sık tazelemeleri, memleketin iç politikasını çok canlı bir şekilde hicvetmeleri olmuştur.Şu halde, bugün artık bir Yunan Karagözünden bahsetmek, asla boş bir iddia değildir.Gerçi kendilerinin de itiraf ettiği gibi, Karagöz Türkiye’den gelip bu memlekete yerleşmiştir, fakat bir asır içinde, Yunan sanatkarlarının bu oyunu kendi memleketlerine intibak ettirmeleri ve daima yenilik peşinde koşmaları sayesinde, Yunan Karagözü bizimkinden bambaşka bir istikamette gelişme imkanlarına kavuşmuş ve hayatiyatını muhafaza etmiştir.Karagöz ise bizim icadımızdır ve bugün elimizde bunun böyle olduğunu isbat eden çok eski vesikalar vardır.Bazıları ta 11. ve 12. asırlara kadar giden bu sağlam vesikalar elde bulundukça kimse Karagözün bizden tapusunu alamaz.Alamaz, ama bu oyunu kendine uydurmak ve geliştirmek de her milletin hakkıdır.Eğer biz cetlerimizin derin bir felsefe ve ince bir nükteye sardıkları bu güzel oyunu zamanla hor görüp bir kenara atmışsak, bunun vebali sadece bize aittir.O halde Yunanlılar Paris’teki Tiyatro Festivaline Karagözle gidiyorlar diye boş yere öfkelenmeyelim de, şöyle külahımızı önümüze koyup derin bir düşünceye dalalım.Belki böyle bir düşünce sonunda bizi delaletten kurtaracak bir çare keşfederiz.Kimbilir?

KARAGÖZ ELDEN GİDİYOR MU?

Yunanlı dostlarımız Paris’teki Milletlerarası Tiyatro Festivaline bizim Karagöz ile gidiyorlarmış, giderler. Karagöz’e Yunan icadı diyorlarmış, derler. Çünkü yemeyenin malını yerler.Kızmaya,söylenmeye hiç hakkımız yok.Karagöz bizim tapulu malımızdır ama kıymetini bildik mi, garp dünyasında üç beş bilim adamından başkasına Karagöz’ün bizim malımız olduğunu iyice anlatabildik mi? Hayır. O halde ne diye dövünüyoruz?Yemeyenin malını yerler,malına sahip olmayanın elinden bir punduna getirip tapusunu bile alırlar.Ben bu işi biraz yakından bilirim de, onun için böyle kötümserim.Karagöz’ün bizde can çekiştiği bir devirde, bundan on yıl evvel Paris’te bulunuyordum.Büyük Türk dostu Gabriel ile birlikte Paris Üniversitesinde Türk kültürüne dair bir konferans serisi tertip ettiğimiz zaman, Karagöz mevzuu da bana düşmüştü.Tarihinden başlayarak felsefesine kadar işlediğim bu mevzuu üç konferansa sığdırdımdı.Memlekete dönünce de, o zamanlar Basın-Yayın Umum Müdürü olan dostum Halim Alyot, büyük bir anlayış ve kadirşinaslık göstererek,bu konferansları, renkli Karagöz tasvirleriyle birlikte, hakikaten övünülecek bir baskı nefasetiyle neşretti.Eserin Fransızcası çabucak tükendi.İsveçceye,Arap ve İbrani dillerine tercüme edildi.Dünyanın her yerinden mektup üzerine mektup yağdı.Meraklılar,tiyatro tarihine dair eser yazmak isteyenler,muhtelif üniversitelerde doktora hazırlayanlar,amatör ve profesyonel tiyatro teşekkülleri, ilânihaye, benden ve Basın-Yayından mütemadiyen kitap istiyorlardı. Dostum Halim Alyot, eseri İngilizceye tercüme ettirerek yeniden bastırdı ve her tarafa gönderdi.Ama binlerce nüsha çabucak dağılıverdi ve tükendi.Geçen yıl Rumenlerin daveti üzerine Bükreş’teki Milletlerarası Kukla Tiyatroları Festivaline giderken, oradaki meraklılara dağıtmak üzere birkaç nüshasını götüreyim, dedim. Bana kalmadı,yeniden basacağız dediler.Ben de elimde kalmış bulunan son birkaç nüshayı götürüp dağıttım.Fakat herkes istiyordu.Her memleketin kendi kukla tiyatrosuna dair kucak dolusu kitap ve broşür dağıttığı bir festivalde:-Efendim, biz bu Karagöz’ün tab’ını henüz yapamadık,buraya da Karagöz oynatacak birini getiremedik demenin zorluğunu siz tasavvur edin.Yine geçen yıl, Belçika’nın Liege şehrinde, Bükreş’dekine benzer bir kongre ve festival yapıldı.Karagöz’e dair bir konferans vermek üzere davet edildim, fakat gidemedim.Bugünkü günde Belçika’ya gidip gelmek kolay değil.Dışarıda memleket propagandasını düzenlemek mevkiinde bulunanların nasıl çalıştıklarını, hangi plan ve programla iş gördüklerini kimse bilmez. Hani öyle kimin neyi bildiğini, kimin nereye ne işi için giderse muvaffak olacağını kestirebilen bir propaganda teşkilatımız henüz kurulmamış ki, böyle fırsatlardan istifade edip kültürümüzü dışarda ehil insanlarımızla tanıtalım.Şu Karagöz misalinde de öyle olacaktır tabii.Biraz telaşlanacağız,Paris’te kültür veya basın ataşesine telgraf çekeceğiz.Aman, gözünü aç da Karagöz’ü Yunanlılara kaptırma diyeceğiz.Ama ataşe ne yapsın?Karagöz hakkında ne bilir ki, gidip dert anlatsın?Hem sonra, programı aylarca evvel hazırlanmış bir Milletlerarası Tiyatro Festivalinde Yunanlı dostlarımızın Karagöz oynatmasına nasıl ve ne hakla mani olabilir?Biz dışarıdaki propagandamızı, içerde perde arkasında Karagöz oynatarak tertipledikçe kültürümüzün tapulu mallarını birer ikişer başkalarına kaptırmağa mahkumuz efendim.Bilmem anlatabildim mi?

hacıvat ve karagöz kimdir

Gölge oyunu tekniğinin Türk halk kültüründe ne zaman Karagöz adını aldığı hakkında çeşitli görüşler vardır.Karagöz-Hacivat Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler vardır. Kimi kaynaklara göre Orta Asyadan, İrandan ya da Hindistandan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadoluya gelmiştir. Bir görüşe göre Bizans, İtalya ya da Yunan kökenlidir. Türkiyeye Portekiz ya da İspanyadan göç eden Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar da vardır. Ancak bu görüşleri kanıtlayacak yeterli belge yoktur. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiyeye XVI.yy.da Mısırdan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagözün, kesin biçimini XVII.yy.da aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Karagöz ve Hacivatın gerçek kişiler olduğuna dair halk arasında yaygın bir efsane vardır. Buna göre Karagöz B.Trakyada yaşayan bir demirci ustasıdır. Orhan Gazi Bursayı alınca buraya gelir, Demirtaş Köyüne yerleşir. Orhan Gazinin emriyle inşa edilmekte olan caminin bağlantı demirlerini yapmakla görevlendirilir. Caminin ustabaşısı Hacı İvaz(Hacivat) ile Karagöz arasında bir süre sonra eğlenceli söyleşmeler başlar. Öteki işçiler işi gücü bırakıp onları izlediklerinden işler yarım kalır. Durumu öğrenen Orhan Bey, Karagözün başını vurdurtur; olanları görüp ürken Hacivat da hacca gitmek üzere yola çıkar, eşkıyalar tarafından öldürülür. Tüm olanlardan pişmanlık duyan Orhan Bey, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagözle Hacı İvaz arasında geçen söyleşmeleri bildiğini öğrenir. Çağırtıp anlatmasını ister. Şeyh Küşteri de aydınlatılmış bir perdeye yansıttığı görüntülerle Hacı İvaz ve Karagöz arasındaki söyleşmeleri canlandırır. Orhan Bey çok beğenir ve bu oyunun sürdürülmesini ister. Böylece Karagöz oyunu ortaya çıkmış olur. Halk arasında yaygın bir efsane olmasına karşın, yapılan araştırmalar bu efsanede kimi tarih tutarsızlıklarının olduğunu ve gerçekle pek ilintisi olamayacağını ortaya koymuştur. Bunlardan en yaygın olanı Bursa efsanesidir. Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami’nin yapımında demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) çalışmaktadır. Nekre tipler olan ikilinin arasında geçen nükteli konuşmalar diğer işçilerin dikkatini toplayıp, işlerini aksatmalarına sebep olur. Cami inşaatı yavaş ilerler. Durumu öğrenen padişah hiddetlenip her ikisini de idam ettirir. Yaptığı yanlışlığın bilincine varan padişah çok üzülür. Padişahın musahibi Şeyh Küşterî padişahı teselli etmek için beyaz sarığını çıkarıp gerer ve arkasına bir şem’a (ışık) yakar. Ayağından çıkardığı çarıklarıyla Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını seslendirir. Günümüzde de Karagöz perdesine “Şeyh Küşterî meydanı” denir ve Şeyh Küşterî Karagözcülüğün pîri – kurucusu kabul edilir. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi)Gölge oyunu ülkemize Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki Mısır seferi sonrası 16. yüzyılda gelmiştir. Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim’in Memlük Sultanı Tomanbay’ın asılışını hayal perdesinde canlandıran bir hayal sanatçısını, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da görmesini arzu ederek İstanbul’a getirmesiyle gölge oyunu İstanbul’a gelmiştir. Türkler 16. yüzyıl başlarında perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır’dan almışlardır. Mısır Memluklarının gösteri yaptıkları siyah, ışık geçirmeyen, arabesk motiflerle işlemeli tasvirleri, şeffaf ve renklendirilmiş deri üzerine işleyen Türkler, bu sanata farklı bir nitelik kazandırdılar. Mısır oyunlarının olay örgüsünün birbirinden kopuk yapısını düzenleyip yeni bir biçim verdiler. Oyun tipleri Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesinde barındırdığı halklar içinden ve mahalle geleneğinden seçilmiştir. Karagöz Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yayılmış, çevre ülkelerde etkili olmuş, geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Karagöz oyunu Mısır’a tekrar yeni biçimiyle dönüp ilgi görmüştür. Bugün Mısır kuklasının adı Aragöz’dür.